23 Ekim 2008 Perşembe

Mangal Yürek

Sıcak bir haziran günüydü. Bir türlü gelmiyordu. Genç adam evinin balkonuna oturmuş uzaktaki şehirler arası yoldan geçen arabalara askıyordu. ev en üst kattaydı. yağmurlu havalarda çatıdan akan sular yüzünden tavanı sararmıştı. ama bunu hiç önemsemiyordu. çünkü o koca şehirdeki belkide en güzel manzaralı evde oturduğunu düşünüyordu. en sevdiği cd yi taktı. Akdeniz akşamları çalıyordu aylardan temmuz değildi sahilde de değil di. ama kimse bu şarkıyı mırıldanmasını engelleyemezdi. güneş sıcaklığını biraz olsun azaltmıştı. gitti kendine bir çay koydu. kitabını aldı. tam bolkana geri dönüyordu ki kapı çalındı. acaba kapıcımı? hay Allah aidatı mı ödemeyi unuttum? diye düşündü istemeye istemeye kapıyı açtı. ama karşısında can dostu olan kız vardı. birbirlerini çok eskiden tanılradı. ama uzun yıllar hiç karşılaşmamışlardı. sonra birgün tamamen bir rastlantı onları birleştirmişti. yıllar her ikisinde de derin izler bırakarak geçmişti. kızın elinde bir sepet vardı ve sepetin içi çilekle doluydu. zaten tam çilek mevsimiydi. kız güldü :
-benim çileğe alerjim var ne zaman yesem yüzüm gözüm şişer. bende sana getirdim dedi. genç adam sepeti aldı. :
-hadi gir mangal yürek sana bir kahve yapayım.
ona hep mangal yürek diye hitap ederdi. içeri girdi balkona çıktılar. genç adam düşünüyordu kahve yapacaktı ama evde kahve varmıydı? kahve vardı ama ya fincan cezve? bir yandan mutfaktaki dolabı karıştırıyor, biryandan da hay Allah rezil olucam kahve var cezveyide buldum fincan yok diye düşünüyordu. en sonunda pes etti. Balkona doğru seslendi:
-kahve yerine başka birşey içmek istermisin?
kız durumu anlamıştı:
-gerek yok zaten gideceğim sen zahmet etme dedi.
oğlan biraz bozulmuştu. evine pek konuk gelmezdi. gelen konuga ikram edeceği bir kahve olsun diye almıştı ama fincanı düşünememişti. hayıflandı. bu arada gözü dolabın altında bulunan şarap şişesine tıkıldı. 95 yılında almıştı. Tokattan getirmişlerdi. özle bir şaraptı. özel bir güne saklıyordu. aslında hergün zaten özel bir gün değilmiydi. diye düşünüyordu. kıza yine seslendi:
-peki bir kadeh şarap içermisin?
kendi kendine güldü kız. çünkü çaten çileği sadece beyaz şarapla yerse aleji olmuyordu belil belirsiz bir "içerim" çıktı ağzından. genç adam şarabı ve kadehleri soğuması için bozdolabına koydu. çilekleri yıkamaya başladı. "yıkanmayan çilek kum yapar böbreklerde" demişti babası. güneş artık karşıdaki tepenin ardına doğru yönelmişti. gökyüzünün kızıllığı yüzlerine vuruyordu. koyulaşmış sohbetleri sırasında arabaların asfalt üzerindeki çıkardıkları sesi artık duymuyorlardı. o günü nasıl geçirdiklerini konuşuyorlardı. zaten birbirleriyle konuşmaktan hiç bıkmayan gevezeydiler. bir yandan çilek yiyorlar bir yandanda beyaz şaraplarını yudumluyorlardı.her ikisininde neçok anlatacakları vardı sanki. sonra birden sessizlilik oldu. sustular. genç adam kıza baktı. kız yeşil gözlerini güneşin kızıllığından çekti ve önce oğlana baktı sonra tekrar gökyüzüne ikisde birbirlerini için iyi bir dosttan öte olduklarını biliyorlardı. o an sanki saatler durmuştu kız tekrar oğlana baktı. genç adamın aklından işte hayallerimdeki insan cümlesini şimşek hızıyla geçti. o şimşek sanki kalbinin derinliklerinde bir kuş havalandırmıştı. uçtu uçtu. geldi ve kızın ellerine kendi elleri olarak kondu. kız sanki uykudan bir anda ayılmış gibi irkildi. ellerini gönç adamın ellerinde gördü. kalbi duracak gibi oldu. ilk kez onun ellerini tutuyordu. ne yapacağını şaşırdı."ne kadarda sıcak elleri"diye düşündü. bu sıcaklık parmaklarınadan başlayarak mangal yüreğine kadar ulaşmıştı. sonra birden sessizliğini bozdu kız:
-Yaşamadığımız geleceğin hatırı için sakın neden diye sorma olurmu ? ayağa kalktı sonra bir çilek daha aldı kapıya yöneldi. genç adam şaşırdı. çaresizce
-peki ama neden? dedi. kız arkasına döndü.
-neden diye sorma... diye tekrarladı. yeşil gözleri donuklaşmıştı. sokak kapısı kapandığında yarım kalan iki kadeh şarap biraz çilek soru işaretleriyle dolu bir yürek kalmıştı geride.... balkona çıktı. kız arabasını çoktan çalıştırmıştı ve park yerinden çıkıyordu. genç adam olağanca gücüyle haykırdı:
-peki ama neden?
kız duymuştu. yeşil gözlerinde nem vardı
-dostluğunu yitirmemek için. birgün seni üzmekten korktuğum için ve seni çok sevdiğim için dedi. belli belirsiz bir sesle
AMA BU YANITI KİMSE DUYMADI...

arkadaşlar replerinizi ve yorumlarızını eksik etmeyiniz

sevgiye yer kalmadı

Uzakdogu'da bir Budist tapinaginda geçmis bir olayi animsadim.Bu tapinak bilgeligin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik,anlatmak istediklerini konusmadan açiklayabilmekti. Bir gün tapinagin kapisina bir yabanci geldi. Yabanci kapida öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel bulusmaya inaniliyordu, kapida tokmak ya da çan, zil türünden ses çikaran bir gereç yoktu. Bir süre sonra kapi açildi,içerdeki "bilgelik arayicisi" kapida duran yabanciya bakti. Bir selamlasmadan sonra sözsüz konusmalari basladi.

Gelen yabanci, tapinaga girmek ve burada kalmak istiyordu. Içerdeki bir süre kayboldu,sonra elinde agzina kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabi yabanciya uzatti. Bu "Yeni bir araciyi kabul edemeyecek kadar doluyuz" demekti.

Yabanci tapinagin bahçesine döndü,aldigi bir gül yapragini dolu kabin içindeki suyun üzerine birakti. Gül yapragi suyun üstünde yüzüyordu ve su tasmamisti.
Içerdeki Budist saygiyla egildi ve kapiyi açarak yabanciyi içeriye aldi. Suyu tasirmayan bir gül yapragina her zaman yer vardir.Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.

Nicedir hayatimizda sevgiye yer bulamadigimizi düsündüm. Bize sevgiyi anlatan bir olayi haber yapamiyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir kisiyi dinlemiyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir duyguyu görmüyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir yazi yazmiyoruz, böyle bir yaziyi okumuyoruz.

Bir Polanya filminde Nazi dönemi anlatiliyordu.Nazi komutani güzel bir evi komutanlik merkezi yapmisti.Evin güzel sahibesi üst kata çikmisti ve az görünüyordu. Komutan bu kadina âsik oldugunu anladi ve aralarinda söyle bir konusma geçti :

- Madam, askimiz beni zayif düsürüyor.

- Hayir komutan, sevginiz sizi insan yapiyor.

Insan ruhu da doganin bir parçasidir ve doga gibi bosluk kabul etmez. Içinde sevgiyi barindiramayan insan nefretle dolar ve insanliktan uzaklasir.
Nefret etmeden birine kötülük yapamazsiniz.
Nefret etmeden birini öldüremezsiniz.
Nefreti içinde barindirmak isteyen insan önce kendisinden nefret etmek zorundadir.
Içinde nefreti yasatan insan yüregindeki sevgiyi kovmustur. Artik onu bulmasi çok zordur ve bunun agir bedelini ödeyecektir.
Sevgisizlik agir bir yüktür ve insan bundan kurtulmak için çok kötü seyler yapar.

Acimak sevgi degildir, üstünlügün kabulüdür.
Hosgörü sevgi degildir, istemedigine katlanmaktir.
Bagimlilik sevgi degildir,gereksinmenin karsilanmasidir.
Sevgi, deger vermesini bilmektir.
Sevgi,yasama hakkini kabul etmektir.
Sevgi, varolmaktan kivanç duymaktir.
Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktir.
Sevgi, esitligin duyumsanmasidir.
Sevgi, bütün yapay ayrimlarin hayattan çikarilmasidir.
Sevgi, bilinçtir.
Sevgi, insan olmaktir.

Sevgiyi hayatimizdan kovduk ve yerine parayi koyduk. Para için yasiyoruz, para için egitim görüyoruz, para için meslek ediniyoruz, para için çalisiyoruz, para için birbirimizi çigniyoruz, para için birbirimizi aldatiyoruz, para için savasiyoruz.

Sevgiyi hayatimizdan kovduk ve yerine üstün olmayi koyduk.
Üstün olmak için yasiyoruz, üstün olmak için yarisiyoruz, üstün olmak için kendimizden baskasinin asagi olmasina çalisiyoruz.
Sevgiyi hayatimizdan kovduk ve nefreti içimize çagirdik.
Birbirimizden nefret ediyoruz nefretle yasiyoruz, nefretle çalisiyoruz, nefretle dövüsüyoruz, nefretle öldürüyoruz.
Para, üstün olmak ve nefret etmek hayatimizi dolduruyor.
Hayatimiz da savaslarla, dünyayi yagmalamakla, birbirimizi bogazlamakla geçiyor.
Sevginiz olmadiktan sonra daha çok paraniz olsa, daha üstün olsaniz, daha çok topraginiz, eviniz arabaniz, maliniz olsa ne olur ?

Sevginiz yok ve hiç bir seyiniz yok.

Belki de yeniden ögrenmemiz gereken budur

Afıfe Jale - Selahattın Pınar

Afıfe Jale - Selahattın Pınar Askı...
>
> Sahne 1:
>
> 1902 dogumlu Selahattin Pinar, Ticaret Mektebi'ni birakip
>
> müzige
>
> basladi. Oysa babasi eski Denizli milletvekili Sadik Bey,
>
> onun hukukçu
>
> olmasini istiyordu. Bir gün Denizli'den gelen esraf için
>
> kurulmus bir
>
> sofrada Sadik Bey'e oglunu sordular; Selahattin de
>
> sofradaydi. Sadik Bey o
>
> yokmus gibi "Selahattin çalgici oldu" dedi.
>
> Selahattin ayaga firladi ve "Babacigim, rica ederim, ben
>
> çalgici
>
> degil, sanatkârim" diye diklendi.
>
> Sadik Bey, pek sevimsiz bir küfürle yanitladi bu
>
> çikisi... Bunun üzerine
>
> Selahattin Pinar, ceketini alip sofrayi terk etti. Kapidan
>
> çikarken döndü
>
> ve söyle dedi:"Babacigim, bir gün gelecek, benim adimla
>
> anilacaksiniz."
>
> Sadik Bey, yani basinda bulunan gaz lambasini ogluna dogru
>
> firlatti. Çikan
>
> yangini güç bela söndürdüler. Selahattin kapiyi çarpip
>
> çikmistibile... Asla
>
> baba evine dönmeyecekti.
>
> Sahne 2:
>
> 1902 dogumlu Afife Jale, Istanbul Kiz Sanayi Mektebi'nde
>
> okuyordu. Ama
>
> onun akli tiyatrodaydi. Oysa Müslüman kadinlara sahneye çikmak
>
> yasakti. Buna ragmen 16 yasinda talebe olarak Darülbedai'ye
>
> basvurdu ve
>
> kabul edildi. Babasi Hidayet Bey, kizini bu sevdadan
>
> vazgeçirmek için çok
>
> ugrasti. Basaramayinca sertlesti. Ona "Fahise" dedigi bir
>
> gün "Benim Afife
>
> diye bir kizim yok" diye gürledi. Zaten Afife artik sahnede,
>
> "Jale" adini
>
> kullaniyordu. Sanati için baba evini terk etti.
>
> Sahne 3:
>
> Hicaz makamindaki o Selahattin Pinar bestesindeki gibi,
>
> "Bir bahar
>
> aksami",rastlastilar. Istanbul Kusdili çayirinda... Hafiz
>
> Burhan
>
> konserinde... Selahattin Pinar, üstadin arkasinda tambur
>
> çaliyordu. Nicedir
>
> saz salonlarinin en sevilen besteci ve icracilarindan biriydi.
>
> Afife Jale ise Darülbedai'de sahneye çikarak "Tiyatrodaki
>
> ilk Müslümanm
>
> kadin oyuncu" olarak tarihe geçmis, ancak tiyatro zaptiye
>
> tarafindan
>
> basilinca kapi önüne konulmustu. Issiz, sahnesiz ve
>
> kimsesizdi. Acisini
>
> yatistirici haplarla dindirmeye çalisiyordu.
>
> Ikisi de 25 yasindaydi.
>
> Belki de güftedeki gibi "Içimde uyanan eski bir arzu/ dedi
>
> ki yillardir
>
> aradigim bu/ simdi soruyorum büküp boynumu/ Ah, daha önceleri
>
> neredeydiniz"dediler. Ve evlenmeye karar verdiler.
>
> Sahne 4:
>
> Gençliklerini acilar içinde harcamislardi. Evlenince hayat
>
> boyu
>
> iskaladiklari her seyi birlikte yapmaya çalistilar. Evde
>
> saklambaç
>
> oynadilar. Bahçede enginar yetistirip yaristirdilar. "Bir
>
> çocuk resmi"
>
> kivaminda siirler yazdilar. Pinar çaldi; Afife dinledi.
>
> Ancak güzel günler
>
> uzun sürmedi.
>
> Afife, tiyatrosuz yasayamiyordu ve tiyatronun boslugunu
>
> uyusturucularla
>
> dolduruyordu. Suriyeli bir eczaci onu morfine alistirmisti.
>
> Selahattin
>
> Pinar, bir gün esinin ögle uykusu için çekildigi odasinin
>
> anahtar
>
> deliginden içeri baktiginda, damarina morfin siringa
>
> ettigini gördü ve
>
> çöktü.Morfin için eczaciyla iliskiye girmisti Afife...
>
> Ama Pinar, esine öfkeden çok, merhamet duyuyordu.. Onu
>
> hayata döndürebilmek
>
> için çirpinmaya basladi. Sürekli melankolik besteler yapar
>
> olmustu.
>
> Sahne 5:
>
> Çirpindilar, bu gidisi geri çevirebilmek için...
>
> Olmadi!
>
> Selahattin Pinar, kendisi de morfin tuzagina düser gibi
>
> oldu. Bunun
>
> üzerine
>
> Afife, "Terk et beni" diye yalvardi ona... "Yoksa sen de
>
> mahvolacaksin, birak beni gideyim" dedi.
>
> Pinar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti. Simdi ikisi için
>
> de en kötü
>
> yillar basliyordu. Afife, kimsesiz ve bes parasiz, tenha
>
> parklarda yatip
>
> kalkar, asevlerinde karnini doyururken ayrildigi esinin
>
> kendisinin
>
> ardindan yazdigi sarkilari tas plaktan dinleyip agladi.
>
> Ayrilik acisini
>
> yeni bir evlilikte dindirmeyi deneyen Selahattin Pinar ise
>
> hiç birlikte
>
> yatmayacagi bu kadindan kisa sürede ayrildi.
>
> Son sahne
>
> Afife Jale, kimsesizliginin, terk edilmisliginin,
>
> yoksullugunun son duragi
>
> Balikli Rum Hastanesi'nde, bir deri bir kemik veda etti
>
> hayata...
>
> Ölümü, gazetelere haber bile olmadi. Cenazesine 4 kisi
>
> katildi. Mezar yeri
>
> de mektuplari ve fotograflariyla birlikte kaybolup gitti.
>
> Unutuldu.
>
> Selahattin Pinar, Afife'nin ölümünün ardindan paraladi
>
> kendini... Nice
>
> ölümsüz, hicran dolu besteye imza atti. Son katildigi radyo
>
> programinda
>
> "Hatiralar" sarkisini seslendirdi:
>
> "Beni de alin koynunuza hatiralar/dolanip kalayim bir an
>
> boynunuza
>
> hatiralar"
>
> Bir süre sonra müdavimi oldugu Todori meyhanesine gitti;
>
> doktorlarin yasak
>
> ettigi ne varsa hepsini ismarlayip sofrayi dösetti.
>
> Rakisini yudumlarken
>
> son nefesini verdi. "Her yil ölüm yildönümümde mezarima bir
>
> büyük raki
>
> dökün"diye vasiyet etti. Son yolculuguna mezarlikta kendi
>
> bestesi
>
> çalinarak ugurlandi:
>
> "Söndü yadimda akisler gibi askin seheri..."

Sanal & ReaL AskLarın 1 Coqu YaLan ..!!!! Hiç 1 Kişiye Güvenim KaLmadı

Ben bundan yaklasık 7 ay once bırısıyle sanalda tanıstım aynı sıtede beraber oyun felan oynuyorduk takılıyorduk nyse bunla konusmalarımızı ılerlettık konustuk..yerı qeldı bulustuk ve beraberlıkler yasadık...7 ay boyunca..sonrasında her ne olduysa oldu..1 den sewqılım olan kısıde bana karsı deqısıkler olmaya basladı..herseye kızıyor..her zaman anlayıs qosterdıqı konulara anlayıs qostermıyor ters tepkı verıyor..kısacası 1 zamanlar olumlu baqtıqı her konuya sımdı olumsuz bakıyor..
ılk basta aklıma sole bır soru qeldı : acaba benı aldatıyor mu dıye ? cunku artık bana karsı ılgısını kaybetmeye baslamıstı ben bunu kendısınede soyledım hayır ole 1 sey yoq sen yanlıs anlıyorsun dedı bana ama benım ıcımde hala ole 1 suphe wardı..
qunler qectıkce aramızdakı hersey yawasca bıtıyordu aslında buda onun farkındaydı ama bunu bana soyleyemıyordu..
qunlerden bırqun arkadaslarla kadıkoy taraflarında 1 cafede takılıyorduk aynı zamanda hıc sewmedıqım hoslanmadıqım 1 cocuk wardı..kı bu kısıye ben ınsan demıyorum..cunku bu kısı dewamlı bızı sewqılım olan kısıyle ayırmaya calıstı..1 coq kez sorunlar cıktı o kısıyle..yerı qeldı olaylar sawcılıqa kadar tasındı.
sonrasında dedıqım qıbı 1 cafede bulusmustuk ve o kısı de qelmıstı sewmedıqım kısı yanı cocuk..bunu kım dawet ettı dıe sorduqumda sewqılım olan kısı kız arkadasım ben dawet ettım dedı..ınanamadım onun oyle dedıqıne cunku bu kısı kız arkadasım hakkında cewredekıler olmadık seyler soyluyordu..hakkında 1 coq olumsuz seyler cıkardı..aslında kız arkadasımda bunları bılıyordu..ama neden ona karsı bu tur ıyımse dawrandıqını bılemıyordum..nyse qecelım o sozu soledıkten sonra kız arkadasım..ben cocuqa o anda ıcımden saldırmaq qelıyordu..ama orası yer ve mekan olarak yerı deqıldı..burda olmayacak baska yerde qorusuceqız senınle dedım..
1 qun Arabayla qezerken kız arkadasımın o kısıyle yanyana beraber qezdıqını qordum ve tlfona kaydettım..qoruntulerı ona ızlettıqımde yarın qel sana herseyı acıklayacaqım dedı ..
yıne 1 kac arkadasımı alarak 1 cafede bulustuk..ve o kısıde qelmıstı benım ona ınsan demeye bıle dılım warmıyordu..cunku bızı sewqlımle ayırmaya calısan 1 ınsandı..
Sewdıqım kısı ilhan sana 1 sey soyleyeceqım dedı..ben ne soyleceqını aslında kısmende olsa tahmın etmıstım..ama yınede soyle dedım...bana soledıqı sozler : Ben aslında o kısıyı sewıyorum..sana karsı ıcımde hıc 1 sewqı kalmadı..ben senınle beraberken aslında onunlada beraber oluyordum dedı bana ..ve o anda zaten ben soledıklerınden sonra yıkılmıstım ama aynı zamanda o kısıye karsı kın ve nefretım artmıstı..artık bundan sonra dayanamadım..ve masadan kalkıp o serefsıze saldırdım..kımse elımden alamıyordu..eskı kız arkadasım benı ayırmaya calısıyor..boyle yaparak 1 yere waramassın dıyordu..ama ben dınlemedım..kısa 1 sure cocuqu dowdum ve kawqa sırasında cocuk bayılıp hastaneye kaldırıldı..vucudunda aqır darp ızlerı war dıye aılesı rapor alıp benı sıkayet etmıslerdı sawcılıqa.ve eskı kız arkadasım..bunlara o kısının yanında olarak benı sucladı..ınanamıyordum olanlara qercekten..1 zamanlar bana senı coq sewıorum dıen kısı sımdılerı benı sucluyordu...nyse bunları da qecelım..bır ask bu kadar yasanılanlardan sonra bıtebılır mı ?? ben ona o kadar deqer vermıstım..kendımden coq onu dusunuyordum..hayatımda kı en deqer ve en sewdıqım ınsandı...unutamıyorum suan onu ama unutmakk ıstıyorum artık cunku ondan nefret edıyorum..hıc 1 kıza quvenım kalmadı artık..1 coq kez ask yasadım ve bırakıldım..anlamıyorum..hata mı yapıyorum dıyorum..dusununce asla hıc 1 yerde hata yaptıqımı bulamıyorum..ben kendımı anlatamıyorum..yada anlamak ıstemıyorlar...

SanaL & ReaL oLmak Uzere aSkLar yasadım..
AnLadım Kı : AşK Diye 1 Şey Yok..!! Ne SanaL [ ask asla sanalda yasanmaz zaten [ bana qore ] Da Nede ReaL,de ]]

BaŞaRıSıZ AşK

BaŞaRıSıZ AşK



Gitmeni de istemedim kalmanı da. Gitmende tüketti yüreğimi kalmanda. Hiç ortası olmadı bu aşkın. Varlığında yokluğuna yokluğunda varlığına ağlattın.

Sevdin mi? Sevmedin mi? Birleştik mi? Ayrıldık mı? Ben hiç bilemedim. Hep iki ayrı noktadaydık biz. Baharda varsan güzde yoktun. Dilde varsan sözde yoktun. Ne başı oldu bu aşkın ne sonu. Ne gitmeyi bildin nede kalmayı.

Ne gecesi oldu bu aşkın nede sabahı. Ne güneşi bildik nede ayı. Bu aşkın hep bir yarısı eksikti. Çok tökezledik biz bu aşkta. Ne düşmeyi bildik ne kalkmayı.

Ben geldikçe sen, sen geldikçe ben kaçtım. Oysa biz ne kalmayı bildik nede kaçmayı…

Senden nefret etmek için hala bi bahane bulamadım

Bundan yaklasık olarak 3.5 yıl kadar onceydi..Bursadaydım liseden mezun olmustum ve universite sınav denemem husranla sonuclanmıstı..Ailem bana son bir sans daha verip dershaneye yollamaya karar vermişti..Bir ay kadar gecikmeyle baslamıstım dershaneye..İlk ders cografya..Belkide dershanenin yeni baslaması nedeniyle olacak ki ogrencilerin on sıralara talebi daha yuksekti banaysa sona kalan en arka sıraya kalır muamelesi yapılmıstı..Sonbaharın sacma sapan güzelliğiyle bu tanımadıım sınıfta tanımadıım insanlarla yaptığım dersi hiç unutamadım..Ders esnasında pencereyi açtım sonra bir anda olan oldu..Arkasını döndü...Benden pencereyi kapamamı istedi..Nerden bilebilirdim ki hayatımın en zor seyini istediini benden..Ona inanılmaz derecede sıcak seyler hissetmeye baslamıstım ama cesaretimi kıran 2 yıllık duzenli bi ilişkim ve de kendimi aileme kanıtlama gerekliliğim vardı..Aylar boyu calıştım kendimi sorulara verdim..Bu arada dost olmustuk..Ve dershane bitmiş sınav vakti gelmişti..Ben sene içindeki azmimin yardımıyla su an okuduğum İstanbul Üniversitesini kazanmıştım..O'ysa karavana atmıştı..İlk yılım beklediğimden de hazin geçmişti.Neredeyse 4 yılı bulan ilişkim sonlanmış İstanbul hayatım beklediğimin çok aksine zindana dönmüştü..Bu bir yıl içinde onu yanlızca bir kez görmüş ve sevgilisi ile tanışma şanssızlıını(o an ona memnun oldum demiştim..) yaşamıştım. Neyse kader tecelli etti ve bir yıl sonraki sınavda oda Marmara'yı kazandı.Daha sık görüşmeye başladık..O kadar sıkki hemen artık gün aşırı görüşür olmuştuk.Bana yakın davranmaya başladığını hissettim bi an..Sonra hadi canım sende sendromu gecirdim sonra harbi olabilir mi ole bişi durumu derken bir gün kendimi taksimin orta göbeğinde metro girişi yanındaki bi bankta ona açılırken buldum..Bana;bana saygı duyduğunu ama (klasik) yeni bi ilişkiden cıktığını benimle bi ilişki yaşamanın onun için gurur olacağını ama ona zaman tanımamı soylediğinde inanmıştım gercekten ve sacma salak bi tebessümle tam iki ay dolasştım istanbulda...İki ay beklemiştim ama hala bi gelişme yoktu biz hala görüşüyorduk ama durumda bi gelişme yoktu..Bigün küplere binmem hiçde zor olmadı ona bu durumun gercekten sinirimi bozduğunu
artık bi karar vermesi gerektiğini soylediğimde bi süre görüşmememiz gerektiğini söyledi..Yıkılmıştım ama gurur yapmıştım ne olursa olsun bu kararımdan dönmeyecek,o beni arayana kadar ben ou asla ama asla aramayacaktım...Yapamadım...Bi akşamüstüydü istiklalde amçsız yürüyüşlerden birini yapıyordum ki aklıma geldi...Sadece nasıl diye aramak istedim numarayı cevirdim,telefonu o kadar güzel bi tonla cevapladı ki..hersey yeniden başlamıştı..Şimdiyse bahane başkaydı..Annesi ile babası ayrılmak üzereydiler..Bu durumda yakınlasamazdım,üstüne gidemezdim..Tam bu sırada birşey oldu ve ilk defa beni arayıp sıkkınım bişiler yapalım mı dedi..O akşam buluştuk sinemaya gitmek istedi olur dedim bi yerde oturup bişiler içmek istedi olur dedim..Sinema çıkışında yurumek istedi olur dedim...Sonra telefonu caldı biriyle canımlı cicimli bişiler konuşuyordu uzun sürmedi kapattı...Sonra dönüp abisiyle konuştuğunu soyledi...Saat coktan 1 i geçiyordu bu saatte yurda giremezdi..Hayatımda hic bu kadar zorlanarak bi insanı evime d avet etmemiştim..Gercekten bu kadar heyecanlanmadım heralde..Neyse eve geldiimizde saat 2 olmak üzereydi..Salonda oturduk birer bira içtik ve....İlk kez dudaklarımız bu kadar yakın olmuştu...Bi kac saniye içinde kendimize geldik...Utanmış gibi hali gercekten hoşuma gitmişti...Bi sure dizimde uyudu sonra uyuyalım mı dedi..Bana benimle uyumak istediğini söylerken sanırım aynı saniyede 3-5 sefer nefes alıyordum..Yatak kısmını siz düşünün...O gece 2005 in 3 mayısıydı hala sinema bileti durur...Bruce wills Rehine Aksiyon sacmalık bi film ama o istemişti...Neyse sonra ay ortasına kadar güzel olan hersey bi anda bulanmaya başladı önce telefonlarıma cevap vermemeler sonra acıp soğuk konuşmalar yapmalar...Bi anda kendimi kaybetmiştim..O kadar çok alkol alıodum ki.. Heralde 1 ay boyunca kendimi hiç ayık hissetmedim..Bu arada irtibatımız tamamen kopmuştu..Sonuç müthiş sonuçlar alınmış vizelerin ardından bi o kadar kötü finaller dönemi ve hüsran 5 ders kalmıştı...Ama umursamadım onu defalarca aradım sonra vazgectim alcalmaktan..Ta ki...Bi gün telim caldı arayan oydu ben hala istanbuldaydım o'ysa bursadan İstanbula geldiğini bende kalıp kalamayacağını soruyordu... Buyur ettim...Hem aklımdaki soruların cevaplarını öğrenecektim hemde onu bi kez daha görecektim.Gordum..Seni seviyorum..Cok cekicisin ama ...Ama ne?..Cevap yok...Cevabı tam 1 sonra öğrendim1,5 yıl once tanıştığıma hiç memnun olmadığım sevgilisiyle beraberdi...Ve öğrendiğime görede 3 yıldır hiç ayrılmamışlardı....

aşk beladan ibarettir

Bir genç arkadaşları ile muhabbet ediyordu. Bir ara dedi ki:

-`Âh! Keşke beni de mecnûn edecek bir leylâ karşıma çıkıverse n`olur?`

Arkadaşları bu temenniye şaşırdı. Çünkü Mecnûn`un başına gelenleri önceden işitmişlerdı. Dediler ki:

-`Belânı arıyorsun galiba!`

Gençleri işiten bir ihtiyar leylâsını arayan gence fırsat vermeden:

-`İyi ya` dedi, `aşk bütünü ile belâdan ibarettir`

Sonra da bir hikâye anlatmaya başladı:

`Zamanında kara sevdaya tutulmuş bir âşık varmış. Sevgilisi sebebi ile başına öyle işler gelmiş ki; şayet bunlar bir dağın başına gelseymiş şüphesiz dağ çatlar, yokolur gidermiş. Sevgilisinin yakınlarından dayak yemediği gün, kendi akrabalarından binlerce hakarete maruz kalır, kendi hısımları rahat bıraksa, yoldan geçen çoluk çocuk bu âşıkı taşlarmış. Hergün onuruna dokunan onca laf işitirmiş, tanıdık-tanımadık herkesten. Ama âşıkın bunlara aldırdığı yokmuş. Aşk işine giren bir kimsenin zaten sevgili dışındaki herhangi bir şey ile meşgul olması da âşıklığın şerefine yakışır bir hal değilmiş. Gel zaman git zaman sevgilisinin derdi ile günden güne zayıflamış âşık. Onu düşündüğü zaman ağzına tek bir lokma dâhi koyamazmış. Ve işin daha da acı tarafı onu düşünmediği hiçbir an yokmuş. Yatağa düşen âşık anlamış, artık bu, tek güzel yanı sevgilisi olan yalan dünyadan göç edeceğini. Yakınları, son nefeslerini alıp veren âşıkı görünce dayanamamışlar:

-`Evladım! Belki sana zulmettik, eziyet ettik, Ama hepsi senin içindi. N`olurdu sanki bu sevdadan vazgeçseydin. Baksana onca bela geldi başına. Dertsiz tasasız yaşamak varken bunca sıkıntıya değer miydi?` demişler

Âşık, güç-belâ nefesini toplamış ve:

`Ben zaten biliyordum bu işin belâdan ibaret olduğunu. Ama olsun başıma gelen bunca iş sevgilim sebebi ile ya. Ben ona dair ne varsa sevdim ve hala seveceğim. Belâlar varsın ondan gelsin. Bu iş benim için ne hoştur bir bilseniz.` demiş ve vefat etmiş.`

`Yani gençler` dedi ihtiyar:

-`Aşk, beladır ve aşk yolu belâlar ile örülüdür.

etkıleyici bi hikaye aglatır

Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti. Yanmanin nedeni aksam
yedikleri degil, uyanir uyanmaz bugün yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugün 2 yildir götürmeye çalistigi bir birlikteligi bitirecekti.
Aslinda bunu yapmakta geç bile kalmisti. 'Bitmeli dedi
içinden, her gün bu tatsiz uyanis bitmeli.' Genç adam bunlari düsünürken surati sekilden sekile giriyordu. Süratle giyinerek disari çikti. Bugüne kadar hiç bekletmemisti onu, simdi de bekletmemeliydi.
Istanbul, soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu. Genç
adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; 'Bulutlar bizim
yasayacaklarimizi biliyor. Onlar bile agliyor halimize...'
BULUSMA VAKTI...
Artik Kadiköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalik beklemeden
sonra karsidan kiz arkadasinin geldigini gördü. Simdi midesindeki agri daha da artmisti. Besiktas'a geçtiler. Yolculuk sirasinda hiç konusmadilar. Genç kiz,
sevgilisinin bu durgunluguna anlam verememisti. Nereden
bilecekti bugün ayrilik çanlarinin çalacagini...
Besiktas'a geldiklerinde bir cafede oturdular. Genç kiz
anlamisti sevgilisinin kendisine bir sey söylemek istedigini. 'Bana birsey mi söylemek istiyorsun' diye sordu. Genç adam, gözlerini
kaçirarak 'Evet' dedi. Genç kiz heyecanlanmisti, biraz da
sinirlenerek 'Söylesene, ne diye bekliyorsun' dedi. Genç adam içini çektikten sonra
'Sence biz nereye kadar gidecegiz?' diye sordu. Genç kiz, 'Bunu sorma geregini niye duydun?' diye yanit verdi. Genç adam söze basladi... ''Birkaçay önce aksam 23:00 civarinda sana telefon açip senin için yazdigim siiri okumak istemistim. Sen bana 'Sirasi mi simdi canim yaa,
isin gücün yok mu?' demistin. Biliyormusun o an nakavt olan bir boksör gibi hissettim kendimi. Özür dileyip telefonu kapatmistim. Daha sonra da bu siiri benden hiç istememistin. Geçenlerde hasta olup yataklara düstügümde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meral'in 'Sen sanslisin,
sevgilin sana bakar' sözüne 'Isim yok da sana mi bakacagim, annen baksin' demistin. Hatirladin mi?''
DUYGUSALLIGI SEVMEM...
Genç kiz, 'Biliyorsun ben duygusalligi sevmiyorum. Hem
hasta bakici gibi göründügümü de kimse söyleyemez' diye yanitladi. Genç adamgüldü, 'Evet canim haklisin. Zaten olmak istesen de bu kalbi tasidigin sürece hasta
bakici, hemsire falan olamazsin.' Genç adam devam
etti.'Bana simdiye kadar kaç kere sabahin erken saatlerinde güzel sözcüklerden olusan bir mesaj çektin? Hiç... Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusalligi sevmeyebilirsin. Ama sen seni seven insanlari da mutlu
etmeyi sevmiyorsun. Halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanlari mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah, her aksam, her gece yani seni andigim her saat tatli bir mesajim vardi senin
için biliyor musun? Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.'
Genç kiz anlamisti, 'Yani ne istiyorsun benden sair olmami mi?' Genç adam tekrar gülümsedi içinden. Dün gece verdigi ayrilik kararinin ne kadar
dogru oldugunu düsündü. 'Hayir' dedi, 'Sair olmani
istemiyorum. Olamazsin da... BIZ AYRILMALIYIZ. Ayrilirsak ikimiz için de en hayirlisi olacak.'
Genç kiz sasirmisti, 'Neden ama? Ben seni seviyorum. Senin de beni sevdigini saniyordum.' Genç adam iç çekerek 'Hayir canim, sen beni sevdigini saniyorsun. Eger beni sevseydin simdi baska seyler konusuyor olurduk' dedi. Genç kizin gözleri yasarmisti. Genç adam
cebinden çikarttigi mendili uzatti, genç kiz gözyaslarini silerek 'Sen bilirsin, umarim beni bir baskasi için birakmiyorsundur...' dedi. Genç adam 'Nasil böyle bir sey
düsünürsün, senden baska
kimse olmadi ve uzun zaman da olacagini sanmiyorum' yanitini verdi. Genç adam ve genç kiz iki sevgili olarak oturduklari masada artik iki yabanciydilar. Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra Genç kiz, 'Kalkalim istersen' dedi. Genç adam 'Ben biraz daha burada kalmak
istiyorum, istersen sen kalkabilirsin' diye yanitladi.
Genç kiz 'Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim' diyerek elini uzatti. Genç kizin sesi ve eli titriyordu. Genç adam, 'Istersen arkadas kalabiliriz' dedi ve birbirlerine son kez sarildilar.

"BEN DOGRU YAPTIM..."
Genç adam dogru yaptigina inaniyordu. Eve döndügünde
yürümekten bitap bir haldeydi. Odasina girdi. Gece bitmek bilmiyordu. Sabah erken kalkip ise
gidecekti, uyumaliydi. Birkaç saat sonra uykuya dalmayi
basardi. Sabah 7'de saatin ziliyle uyandi. Evden çikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 cevapsiz arama vardi. Yorgun oldugu için duymamisti telefonun sesini. Aramalar ve mesaj sevgilisindendi.
Heyecanla mesaji mesaji açti, sunlar yaziyordu:
SADECE ONLARI SEVMEYI SEVDIM,
HEPSINI ONLARSIZ YASADIM DA,
BIR SENI SENSIZ YASAYAMIYORUM,
BU ASKI TEK KALPTE TASIYAMIYORUM,
SANA YEMIN GÜZEL GÖZLÜM, BIR TEK SENI SEVDIM,
VE SENI SEVEREK ÖLECEGIM, ELVEDA BIRTANEM...
Genç adam sasirmisti. Onu tanidigi günden beri ilk defa
siir aliyordu ve üstelik sabahin besinde yazmisti. Heyecanla onu aradi, telefonu yabanci bir ses açti. Genç adam ''Nalan'la görüsebilir miyim?'' dedi.
Ama karsisindaki agliyordu, hiçkira hiçkira hemde... 'Ben
onun annesiyim yavrum, kizim bu sabah intihar etti. Gece sabaha kadar birilerini arayip durdu. Sabah odasinin isigini sönmemis görünce girdim. Yavrum kendini asmisti....'
YIGILIP KALDI...
Genç adam beyninden vurulmusa döndü. Bir gün önceki mide agrisinin iki katini çekiyordu simdi. Oldugu yerde yigilip kaldi...
Birkaç ay sonra iki doktor konusuyordu hastanede.
Doktarlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyordu. Doktor yanit verdi...
'Haaa o mu? Üç ay önce getirdiler. Kendisi yüzünden bir kiz intihar etmis. O günden sonra cep telefonunu elinden hiç birakmamis. Devamli bir seyler
yazip birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim. O uyurken
gönderdigi numarayi aradim. Numara 3 ay önce iptal edilmis. Gelen mesajlarda bir siir var. Bu adam duygusal mi bilmem ama benim anladigim kadariyla siiri yazan çok duygusal biriymis...

Benimle Çıkar Mısın

Daha henüz 18 yaşındaydı,ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan kanser hastalığına yakalanmıştı. Kahır içinde kendini eve kapatmıştı. Sokağa bile çıkmıyordu. Annesi,birde kendisi. Bunlardan ibaretti hayat onun için. Bir gün çok sıkıldı. Sokaklara attı kendini.. Bir yığın vitrinin önünden geçti. CD satan bir dükkanı geçerken aniden durdu, geriye dönüp kapıdan içeri bakarak hayal meyal gördüğü tezgahtar kıza bir kez daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı. Gözleri ve yüreği takılı kalmıştı. Bir süre düşündükten sonra CD dükkanına girdi. Kız gülümseyerek koştu ona doğru "Size nasıl yardımcı olabilirim" diye... Öyle bir gülümseyişti ki genç şaşırdı, geveledi, bocaladı sonra "Evet" diyebildi.. Rasgele bir plağı işaret ederek "Evet,bu CD yi almak istiyorum" dedi. Genç kız plağı aldı, içeri gitti. Az sonra paketlemiş bir şekilde geri geldi. Genç paketi aldı evine geldi ve hiç açmadan paketi dolabına attı... Ertesi sabah yine aynı dükkana gitti. Yine bir CD sardırdı kıza, yine eve gelip açmadan paketi dolaba attı. Günler hep sardırılıp açılmayan CD alımları ile geçti gitti. Bir türlü genç kıza açılmaya cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda... Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.Ertesi sabah cesaretini toplayıp aynı dükkana gitti, ve yine bir plak seçti. Kız plağı sarmak üzere arka kısma gidince genç "sizinle bir gece çıkabilir miyiz ?" diye yazarak altında telefonunu ekleyip gizlice kasanın üstüne koydu.Sonra genç kızdan plağı alarak kaçarcasına uzaklaştı dükkandan. İki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. CD dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi. Gizlenen notu daha yeni bulmuş, ve görür görmez aramıştı. Ama delikanlının annesi ağlıyordu... "Duymadınız mı ? " dedi, "Dün kaybettik oğlumu" Cenazeden birkaç gün sonra anne oğlunun odasındaki eşyaları düzenlerken gözüne dolabındaki paketler ilişti. Paketleri aldı oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD ve birde not vardı. " Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, bir akşam birlikte çıkalım mı ? Jacelyn(tezgahtar kız oluo bu) !... Bir başka paketi açtı. Yine başka bir not vardı. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece için davet edin artık... Sevgiler...
Jacelyn !...

Sevdiğinizi Söylemek İçin Geç Kalmayın...

14 Ekim 2008 Salı

1999 Marmara Depremi’nde yaşanmıştır gerçek bir hikaye

Her şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız... Hayallerimiz ve hedeflerimiz... Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın…
Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık. 'Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız.' diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım…
Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır 'yaşıyordum.'
Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının 'birbirine bakmak' değil, 'birlikte aynı yöne bakmak' olduğunu anlıyorduk... Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki. Huzurluyduk… Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar…
17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık. Onların dualarını almıştık 'iki dünya mutluluğu' adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik. Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük… O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna…
Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu. "Artık uyumalıyız." diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an… Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah'ım… Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah'ın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu, bu bir zelzeleydi… Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı… Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz… Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik. On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana 'Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim.' dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile…
Sekizinci gündü… Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler... Çığlıklar, 'Sesimi duyan var mı?'lar... İsyanlar, sabırlar… Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı… Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim… Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu… Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar… İnsanların dilinde tek kelime: Deprem.
Fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı… Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları… Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye-i hayâllerimiz… Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, 'Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun.' diyorlar. Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle " ötelere" sevdalandık.
Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter…
Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana 'unutursun' diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri" aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ.
İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil.
Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol...

44 yıl sonra yine tanıştıkları yerde

ABD’li Michael ile İngiliz Carol Foley çifti, 17 Nisan 1962’de tanışıp aşklarının filizlendiği İstanbul Hilton Oteli’ne 44 yıl sonra yine geldi. Michael Foley, "Bizimki büyük bir aşk hikáyesi. Her şey bu otelde başladı. Üç çocuğumuza ve altı torunumuza da tanıştığımız bu yeri göstereceğiz" diyor.

FLORIDALI, 24 yaşındaki Denizci Asteğmen Michael Foley, Altıncı Filo’nun İstanbul ziyaretiyle İstanbul’a gelir. Atina’dan bindiği uçak gemisi, 17 Nisan 1962’de İstanbul’a demirler. Aynı akşam, uçak grubunun İstanbul Hilton Oteli’nde 10. yıl kutlamaları yapılacaktır. Michael Foley, bir günlük izin alarak İstanbul’u tek başına dolaşır. Hilton Oteli’nde İngilizce konuşan kızlar bulabilmeyi umar. Otele girdiğinde, lobide oturan 6 Pan American Hava Yolları hostesi görür; ama yanlarına gitmeye çekinir. O günü şöyle anlatıyor:

"Hiçbirini tanımıyordum. Sonra diğer subayların 8’li 10’lu gruplar halinde kızların etrafında köpekbalığı gibi gezindiğini gördüm. Hangisi kızlarla tanışacak diye bahse giriyorlardı. Kendi kendime ’Neredeyse dünyanın bir ucundayım, gemide beni kimse tanımıyor. Kızlar bana defol git dese kim nereden bilecek’ dedim ve oturan hosteslere doğru yönelerek, ’Merhaba kızlar, hangi havayolu için uçuyorsunuz?’ diye sordum. Aptalca bir soruydu. Çünkü kızların üniformasında Pan Am yazıyordu. En sağda oturan Carol bana, ’Üniformayı tanımadığını söyleme’ dedi." Foley, "Eğer kızlardan başka biri cevaplasaydı, onunla evlenmiş olacaktım herhalde" diyor gülerek.

OTOBÜS GECİKMESEYDİ TANIŞMAYACAKLARDI

Cesaretini kazanan Foley, Carol’ı partiye davet eder. Ama Carol, Tahran’a uçacaktır. Hostesleri havaalanına götürecek otobüs, 10 dakika gecikmiştir bile. Şimdi o güne döndüğünde, "Otobüs zamanında gelseydi biz asla tanışamayacaktık" diyor.

Michael Foley bunu öğrenince, Carol’a partinin bir sonraki akşam da devam edeceğini ve İstanbul’a dönerse kendisine eşlik etmesini teklif eder. Carol, havacılık sendikası grev kararı almazsa Tahran’dan dönüp kendisine eşlik edebileceğini söyler. Ama ona adresini vermez, soyadını bile söylemez. Aslında, uzun boylu, bronz tenli denizciden çok hoşlanmıştır.

Carol gidince, Foley de partiden vazgeçip gemiye döner. Komutanına yalvararak bir gün daha izin alır. Ertesi akşam Carol da Hilton’dadır. Oteldeki partiye gidip sabaha kadar dans ederler. Carol, ABD’ye dönmeden önce gemiye gider ve Michael’la vedalaşır.

Michael ve Carol’ın arkadaşlıkları mektupla sürer. Michael Foley, gemi programına bakarak, Carol’a haziran ayında Paris’e uçuş ayarlamasını söyler. İlki Paris olmak üzere, geminin duraklarına göre buluşmaya başlarlar. Roma’da aşk dolu bir yaz geçirirler.

EVLENME TEKLİFİ NEW YORK’TA

Akdeniz turu bittiğinde, gemiye "New York’a dönün" mesajı gelir. Gemi altı ay boyunca Carol’ın yaşadığı New York’ta kalır. Michael, altı ayın sonunda Carol’dan asla ayrılamayacağını anlar ve bir akşam genç kıza evlenme teklif eder. Cevap, "Hayır, 22 yaşındayım, evlenmek için erken" olur. Michael, "Sen evet diyene kadar, beklerim" der. Cevap çok gecikmez, üç hafta sonra, bir pazar sabahı, New York’ta otomobildeyken, Carol birden "Evet" der. Michael "Evet ne?" diye sorar. Teklifini çoktan unutmuştur. Carol, evliliği hatırlatınca hemen "olur" der.

Carol ve Michael 1962’nin Noel arifesinde Michael’ın ailesinin Florida’daki evinde nişanlanır. Çift 31 Temmuz 1963’te New York’ta evlenir.

Şimdi Michael 68, Carol ise 66 yaşında. Florida’da yaşıyorlar. Üç çocukları, altı torunları var. Tanışmalarının 44. yılında ilk günlerin anısına yine İstanbul’dalar. Hilton’un lobisinde ilk göz göze geldikleri yerde, hálá birbirlerine ilk günkü gibi áşık olduklarını söylüyorlar. Michael ve Carol bu kez sadece birbirlerini değil, İstanbul’un güzelliklerini de görmeye kararlılar.

Dügünüm olumum oldu

yıllarca kendimi hep çok yalnız hissederdim dünyada varlığımla yokluğum birdi tek bir dostum yoktu hayattan kopmuştum taaa ki onu tanıyana kadar onu ilk bi cafede görmüştüm ve takip ettim saray gibi bi eve gitmişti o anda ben fakirim o ise zengin bana bakmaz ne işi olur ki benimle benim gibileri ancak zenginlerin getir götür işlerine bakar demiştim içimden ama bu düşüncelerim kalbimi ondan vazgeçiremiyodu seviyordum ben onu bir kaç hafta onu o cafede o eve giderken gördüm bi tek sonra bi gün yine o kafadeydi yanında kıyafetleri güzel ama sarhoş bi adam vardı ve o kendime bak erkek arkdaşıda varmış en iyisi onu unutmak dedim aradan bi kaç gün geçti hayır sever bi arkadaşım bana bi adres verdi bu adrese gidip onları bize çağırmanı istiyorum dedi gittiğim adres onun adresiydi ve ordaki ev müstakil bi evdi o zengin değilmiş dedim o anda dünyanın en mutl insanıydım kapıyı çaldığımda çan kişi oydu ona sordum sen zengin değil misin diye hayır değilim dedi peki nişanlı mısın dedim hayır dedi o gün o kafadeki adam benim abimdi dedi belli ki oda beni fark etmiş sonra ona unutmadan bu kağıttaki adrese bugün gitmen gerekiyo dedim o akşam onu çok bekledim davetli bi çok insan gelmişti ama o hala yoktu ben umudumu kesmiştim tam o sırada kapı çaldı ve gelen oydu yüreğimde mutluluk veren bi sızı hissettim ona duygularımı anlatmayı çok istiyordum ve aradn 1 hafta geçti ona sana bi kere soracağım benim olur musun beni sevebilir misin seni sevdiğimin binde biri kadar dedim o hiç bişe söylemedi sadece gülerek gözlerime baktı ve sarıldı bana o an bambaşka biri olduğumu anlamıştım artık oda beni seviyor bunu biliyordum çünkü her konuşmamızda beni çok sevdiğini söylüyordu bana ilişkimiz 1 yıl boyu öyle devam etti 1 yıldan sonra ben onu babamın anneme evlenme teklifi ettiği yere götürüp evlenme teklifi ettim oda bana hayatımda duyacağım en güzel cevabı vermişti ewet demişti artık evlenmemize bi engel kalmamıştı 1 ay sonra evlenecektik herşey çok güzel gidiyordu düğün günü geldi çattı tam onunla dans edeceğim sırada abisi yine içmişti v elinde bi silah vardı herke şoktaydı ve korku içindeydi o adam elindeki silahla havaya 2 el ateş etti ve kurşunlardan biri benim herşeyimin aşkımın kafasına gelmişti o orda haytını kaybetmişti ama bende yaşamıyordum artık o günden sonra kimseyi sevmedim sevmemde

Doğum Günü İle Başladı Doğum Günü İle Bitti

olan oldu ve geçtiğimiz yazın köyümüzün pikniği vardı. gittik. ve orada gül adında bir akrabama bir anda ne olduysa olsu şimşekler çaktı adını o anda koyamadığım bişey oldu. ama piknikte bişey diyemedim. akşam oldu herkes evine döndü. bir hafta boyunca aklımdan çıkmadı. ve köyün pikniği olduktan bir hafta sonra bir piknik daha düzenlendi bu sefer köy değil genel olarak divriği ilçesinin pikniği idi. yaklaşık 10 bin ile 25 bin arasında katılımı olan bir piknik. o poikniğe ben gitmeme kararı aldım. sebep ise gül aklımdan hiç çıkmadığı için biraz hüzünlü idim. ve gülün bu pikniğr geleceğini tahmin etmiyordum. kararımı vermiştim. gitmeyecektim.

derken sabahın saat 5 inde babam yatağımın önüne geldi eyüp hadi kalk pikniğe gidiyoruz dedi ben dedim gelmiyorum siz gidin. ve babam dediki sana son kez söylüyorum kalk ve hazırlan gidiyoruz dedi. ( öfkeli bi şekilde ) tabi bende mızmızlanarak gitmekten başka çarem kalmamıştı. eşyaları arabaya indirdim hazırlıklar tamam ve yola düştük ormana vardık. ormana varırı varmaz ben gülü aramaya başladım. bir yandan arıyor bir yandan dua ediyordum. sadece onu bir daha görebilmek için. ormanı komple aradım fekat gül yoktu. ümidim kesilmişti. gelmemiş dedim. ve başımı öne eğerek oyunların oynandığı orman pistine doğru gidiyordum gösterileri izlemek için. masamız ise piste yakındı. piste gelip biraz izledikten sonra masamıza doğru yol alıcakken kafamı çevirdiğim anda gülü bizim masada gördüm ve annesi le beraber bizim masada oturuyorlardı. içime bir anda serinlik gelmiş ve onu görmüştüm. hemen masaya gittim ve konuştuk. sohbet felan gül bir arkadaşını daha getirmişti işyerinden yanına. neyse masadan gittikten sonra bütün piknik boyunca ben gülün peşinde idim. gül nerde ben orda. hatta bir ara masasına kadar gittim. babası ile annesi ile sohbet ettim. hatta gül karpuz doğradı karpuz yedik felan derken. işte ben gösterileri izlerken pistte söyledim konudan bahsettim. çok şaşırdığını ve böyle bişey olamayacağını benden böyle bir teklif beklemediğini söyledi. ve piknik bitti eve geldik.

hüzünlüydüm. hatta şaşkınlıktan ne telefon numaramı ona vermiştim nede onun telefon numarasını alabilmiştim.

ama yılmadım. ararştırdım çalıştığı yeri buldum. derken 1,5 saat aramanın sonunda iş telefonunu buldum ve aradım. konuştum. akşam iş çıkışında yanına gittim. ve ayak üstü konuştu telrar reddetti. fakat ben yine yılmamıştım. derken buluşmalar mesajlaşmalar telefonlar başlamıştı. artıks anki herşey uoluna giriyordu sanki.

aradan 1 ay geçtikten sonra doğum günü olduğunu öğrendim. ayın 18 i idi. ve ben güzel bir doğum günü sürprizi yapıp onu yine şaşırttım. ve beklediğim müjdeyi bana doğum gününde vermişti. ondan sonra 2 ay boyunca herşey 4 4 lüktü.

fakat sonu hazin bitti.

onun doğum gününde birleştik benim doğum günümde ayrıldık.

sebepsiz yere ayrıldık hemde. ayrılığı o istemişti.

fakat ben hala onu seviyorum. savaşmayada devam edicem.

SENİ SEVİYORUM GÜL. SENİN İÇİN HERŞEYİ YAPMAYA HAZIRIM. EYÜP HEP AYNI EYÜP. SENİ BEKLİYECEK.




ÖNEMLİ NOT : ÇIKMAYA BAŞLADIKTAN SONRA SORDUĞUMDA ODA BABASININ YÜZÜNDEN GELMİŞ.

9 Ekim 2008 Perşembe

Saklanan bir askin huzunlu sonu

Liseli bir gençti.Gençti çünkü küçük aşkları vardı,tıpkı diğer geçlerinki gibi.Ama bu genç hepsinden farklıydı.O küçük aşklarını küçük olarak görmez,her zaman büyük aşklar kabul ederdi.Eğer bu aşklar herhangi bir nedenle son bulursa bunu içine sindiremez oldukça üzülürdü.Aslında o kadar fazla da aşkı olmamıştı.Sadece iki kızı sevmişti o güne kadar.Sadece iki küçük yüreğe bağlanmıştı.Onlarla da ayrılık yaşamış ve çok üzülmüştü.Zamanla kendini toparlamayı başardı.Tekrar hayatından memnundu.Küçücük olayları kendice büyütüp,moralinin bozulduğu anlarda bile mutlu oluyordu.Ta ki lise ikinci sınıfa geçinceye kadar…

O ilk okul gününde liseli genç,okulun bahçesinde gördüğü bir kıza aşık olmuştu.Kendine göre,hayatı boyunca hiç görmediği bir güzellikle karşı karşıyaydı.Sonrasında aynı sınıfta okuyacaklarını da öğrenince mutluluğu ikiye katlanmıştı.Zamanla o kızın da kendisine karşı ilgisi olduğunu öğrendi.Yanından ayrılmıyor,o her tenefüsü belirten zil çaldığında hemen liseli gencin yanına gidiyordu.Neredeyse koluna girecekmiş gibi yakın yürüyordu ona.Liseli genç çok mutlu oluyordu hoşlandığı kız ona ilgi gösterdiği zaman.Ona onu sevdiğini söylemek istiyordu ama tersleneceğini düşünerek bunu yapamıyordu.Üstelik terslendiği zaman bir arkadaşını da kaybetmiş olacaktı.Üçüncü sınıfı birlikte okuyacak olmaları da etkiliydi bu kararda.

Vazgeçti…Artık ona karşı bir sevgi beslemek istemiyordu içinde.Onu unutmalıydı.Onunla sadece arkadaş olmalıydı.Böyle düşünüyordu artık.Ama yapamıyordu.Olmuyordu beceremiyordu işte!Unutamıyordu!...Onu her gördüğünde aklına geliyordu ona karşı olan büyük aşkı.Kendine bir tokat atarcasına bastırmaya çalışıyordu bu duyguyu.Beceremiyor yapamıyordu.Yapamazdı da zaten.Çünkü kendi düşüncelerini kontrol edebilme kabiliyetini kaybetmişti bile…

Yine güzel bir okul gününde okuldan çıkmıştı.Evine doğru ilerlemeye başladı.Adımları sakin,yüreği kıpır kıpır yürüyordu.Çünkü hemen arkasında o kız vardı.Bir yol ayrımına geldiklerinde kız ona iyi akşamlar dilemiş ve yoluna devam etmişti.Ama ona son kez iyi akşamlar dilediğinin farkında değildi.Liseli genç derin düşüncelere daldı.O kıza ertesi gün onu sevdiğini söyleyecekti her şeyi göze alarak…

Tam karşıdan karşıya geçerken,sarhoş birkaç genç otomobilleriyle hızla yolun ötesinden geliyorlardı.Liseli genç dalgındı.Ona doğru hızla yaklaşan otomobilleri çok geç fark etmişti…

Ertesi gün cenazesi kaldırılacaktı.Bütün arkadaşlarının ve öğretmenlerinin haberi vardı.Caminin avlusu tıka basa insanlarla doluydu.Kalabalığı yırtarcasına gelen kız,tabutun içindekinin liseli genç olduğuna inanmak istemiyordu.Yüzündeki alaycı bir gülümseme ve gözlerinden akan yaşlarla tabutun kapağını açtı.Liseli genç tabutun içindeydi.Onun buz gibi olan bedenine sarılıp ağladı ve ona seni çok seviyorum dedi.O anda kız bir fısıltı duydu; ‘’Bende seni çok seviyorum

Kahretsin Böyle Insanlarda Var

o gün biraz geç çıktı işyerinden kız.serviside kaçırmıştı.minibüs ile gidecekti evine.minibüse vereceği para onun içini acıtıyordu.ailenin çalışan tek ferdiydi.yatalak bi annesi,işsiz bir babası vardı.kız kardeşi Nazlı 6 yaşındaydı.Nazlı tam 1 yıldır babasının ona pilli bebek almasını bekliyordu.ablası gecikince sabırsızlandı.o akşam nazlı kız, herhalde ablam bana bu akşam bebek alıp öyle gelecek diye düşündü.
acı bir tebessüm vardı aynur'un yüzünde.onun kahkahalarla güldüğünü hiç gören olmamıştı.kız kardeşini düşündü.pilli bebekle oynama yaşı nerdeyse geçmekte olan kız kardeşini düşündü minibüse binerken.
aynur'un bir de asalak bir abisi vardı.maaşını alır almaz kuzgun leşe yapıştırdığı gibi kızın başına çöken abisi.akşama kadar ayakkabılarının topuğunu eze eze mahallede volta atan bir serseriydi murat.evlerine gelen komşuları annesi ilaç alsın diye yastığının altına para koyuyorlardı bazen.murat,hasta ziyaretine gelenler gider gitmez yastığının altını kontrol edecek kadar aşağılık bir adamdı.
genç kız yine beyaz hayallere dalmıştı,elindeki pembe poşete sarılırken.saat 10'a geliyordu.2 yolcu kalmıştı minibüste.2 durak sonra onlarda indi.yanlız aynur kalmıştı minibüste.aynadan genç kızı gözleriyle taciz eden şoför,aynur'un indir beni demesine aldırış etmeden son durağıda geçti.iğrenç bir kahkahayla cep telefonundan birilerini aradı. müthiş bi piliç yakaladım çocuklar. her zaman ki yere gidiyorum hemen gelin. dedi.genç kız beyaz hayallerinden irkildi.beyaz hayalleri yerini bembeyaz bi surata bıraktı.kalbi duracaktı.ayaklarının bağı çözülmedi,koptu sanki.bağıramıyordu bile.korkusundan bayıldı.ormanlık bir yerde durdu minibüs.şoför kızı aşağıya indirdi,ağzını bir bantla kapattı,başına bir un çuvalı geçirdi.genç kızın bebek saflığındaki göz yaşları süzülürken yanaklarından,dört karanlık adam daha geldi ve intikam alır gibi tecavüz ettiler.saatlerce.hani öldü öldü,dirildi derler ya!genç kız öldü ama bir daha dirilemedi.kızın öldüğünden emin olmak için nabzını kontrol ettiler ama nabız yoktu.kahkahalarla çıkardılar aynur'un başındaki çuvalı.içlerinden biri donakaldı. murat dedi biri,ne oldu murat dedi? dedi öteki.murat cevap veremedi.çünkü tecavüz ederek öldürdükleri minik elli genç kız murat'ın kız kardeşiydi.
bir türlü bırakamadığı,eliyle sıkıca tuttuğu pembe poşetten küçük nazlı için aldığı pilli bebek ve abisi için aldığı beyaz gömlek çıktı.poşetten çıkan en anlamlı şeyse,üzerinde siz benim herşeyimsiniz yazan küçük kağıttı

60 yıl süren bir aşk hikayesi

60 yıl süren bir aşk hikayesi

Buz gibi bir günde hızlı hızlı yürürken, birden ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm...


Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. Üç dolar çıktı.. Bir de buruşmuş, sararmış, eskimiş mektup...


Belli ki yıllardır, o cüzdanın içinde duruyordu. Zarf öylesine harap olmuştu ki. Sadece tepedeki "İade" adresi okunabiliyordu. Mektuba bir göz attım. Bir ipucu bulma ümidi ile.. Birden tarihi gördüm.. 1924... Mektup nerdeyse 60 yıl önce yazılmış. El yazısı belli, bir kadına ait.. Sol köşeye bir çiçek resmi çizilmiş.


"Sevgili Michael" diye başlıyor mektup... ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor..


- "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..


İçimden bir ses "Bul" dedi bana.. "Mektubun sahibini bul.." Milyonla Michael var. Hangi birini bulacaksın ki.. Ama tepedeki "İade" adresi ipucu olabilir. Telefon İstihbarati aradım. Anlattım...


- "Bu adrese bağlı bir telefon varsa, bana verebilir misiniz" diye.. Sustu.. Gidip müdürüne sordu...


- "Var ama, size vermem yasak.. Ama sizin adınıza bu numarayı arar, sorarım. İsterlerse size bağlarım.. Lütfen bekleyin.."


Bekledim.. İki üç dakika sonra kızın sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim.."


Karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyor musunuz ? " diye sordum.


- "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık." dedi.


- "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."


- "Hannah annesini bir huzurevine yatıracakti. Oradan takip ederseniz,belki adresi bulursunuz.."


Ve huzurevinin adını verdiler.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş... Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki oradan bilirlermiş...


- "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..


Bir kadın "Şimdi Hannah'ın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim... Bingo..


Ses "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..


Gecenin saat onu, ama hemen yola çıktım, Hannah'ı görmek için..


Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama..


Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve :


"Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.."


Derin bir nefes daha..


- "Michael Goldstein harika bir insandı. Eger bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.."


Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."


İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "..Ve hiç evlenmedim... Michael gibi birisini bulamadım ki.."


Hannah'a teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız :


- "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size?" dedi..


- "Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..Cüzdanı elimde sallayarak..


O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı..


- "Hey baksana.. Bu Bay Michael'in cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda.."


Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre.. Michael yatmamıştı.. Okuma odasında kitap okuyordu.. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle :


- "Evet bu benim cüzdanım" dedi...


- "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım.. Size teşekkür borçluyum.."


- "Hiçbirsey borçlu değilsiniz" dedim..


- "Ama özür dilerim.. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum..."


- "Mektubu mu okudun?.."


- "Sadece okumakla kalmadım.. Hannah'ı da buldum.."


- "Buldun mu?.. Nerde?.. İyi mi?.. Hala eskisi gibi güzel mi.. Söyle, lütfen söyle.."


- "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça..


- "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.." Elime sımsıkı sarıldı..


- "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."


- "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."


Asansörle üçüncü kata indik... Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu... Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu...


- "Hannah" dedi.. "Bu bayı tanıyor musun?.."


Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..


- "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..


- "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."


- "Michael" diye yutkundu : Hannah.. "İnanmıyorum.. Bu sensin.. Benim Michael'im.."


Michael Hannah'a doğru yürüdü yavaşça.. Sarıldılar. Hemşire hıçkırıklar içinde koridora attı kendini...


- "İşte Tanrının sevgisi de bu" dedim.. "Olacaksa.. Olur.."


Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?..


Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı... Huzurevi onlara, bir minik daire tahsis etti...


Eğer 76 yaşında bir gelinle 79 yaşındaki bir damadı, 16 yaşında bir kız, 19 yaşında bir delikanlı havasında görmek isterseniz, orayı ziyaret etmeniz gerek..


Nerdeyse 60 yıl süren bir aşk hikayesi için, ne güzel bir son değil mi?...

messenger aşıkları

MESSENGER AŞIKLARI

Muhasebeci delikanlı gecenin bir vakti, elinde uzaktan kumanda aleti ile esneye esneye ve miskin miskin televizyon kanallarını tararken, az önce kayıtsızca geçtiği kanala, gözlerini biraz daha açarak geri döndü.
Çünkü bir önceki kanalda dünyanın en güzel yüzlü kadını duruyordu.
Daha doğrusu ona öyle geldi; bu güzel yüz, karşısında birisi ile söyleşi yapıyor olmalıydı; o sırada soru soruyordu.
Delikanlı böylesine güzel bir yüzü ilk kez görüyordu. Kızın ne sorduğuna, adamın ne söylediğine hiç dikkat etmedi. Sadece baktı.
Program bittiğinde kalkıp günlük gazeteyi aramaya koyuldu. Bulamayınca, birlikte yaşadıkları annesini uyandırmak zorunda kaldı, gazeteyi nereye koyduğunu sormak için...
Tekrar koltuğuna dönüp, gazeteden o günkü televizyon programlarına baktı.
Bulmuştu. Güzel sunucunun ismini beynine kazıdı.
Planladığı şey olabilir miydi acaba?
***
Delikanlı ertesi sabah, büyük marketler zincirinin muhasebe servisinde heyecanla bilgisayarını açtı, insanların birbirleriyle haberleşmesini ve sohbet etmesini sağlayan “messenger”i tıkladı.
“Kişi ekleme” bölümüne gece kendisini büyüleyen sunucunun ismini girdi.
Bundan sonrası şansa kal.....
Açıldı!
Ekranın sağ altından kartvizit kadar bir kutucuk çıktı: “D..... oturum açtı”
Gerçekten şanslıydı; çünkü “kişi ekleme” bölümüne kızın isim ve soy ismini mail adresi olarak yazmıştı ama o isimde gerçekten bir adres olması ve sunucunun böyle bir messenger teklifini kabul ederek açması beklemediği bir sürprizdi.
Kutucuğun ekranın altına inip kaybolması ve tekrar çıkması kısa sürdü; bu kez mesaj gelmişti: “Kimsiniz?”
Hazırlıksız yakalanmıştı; eli ayağı birbirine karıştı, ne yapacağını bilemedi.
Epey düşündükten sonra parmakları titreye titreye şöyle yazdı: “Gece ekranda dünyanın en güzel yüzünü görünce yazmaktan kendimi alamadım.”
Cevap hemen geldi: “Teşekkür ederim.”
Yazacak bir şey bulamayınca konuşmayı sürdürmekten vazgeçti.
“Çayım geldi.”
Şok... Karşı taraf, kırk yıllık dost gibi, sanki her gün konuşuyorlarmış gibi yazmıştı. “Çayım geldi.”
Muhasebeci, bu sıradan iki kelimenin hiç bu kadar sıcak ve heyecan verici olacağını düşünemezdi.
Artık daha rahattı, çünkü “cevap hakkı doğmuştu.”
Yalan yazdı: “Benim da masama çay bıraktılar. Hem de aile boyu.”
Bir süre sunucudan mesaj gelmeyince korktu, bu kez şansını şöyle denedi: “Sezen çalıyor; ‘Geri dön.’ Sever misiniz?”
“Ben de şu an Sezen dinliyordum; ‘İstanbul İstanbul olalı’ diyor. Hangi şehirdesin?”
“İstanbul.”
“Ekrandaki fotoğraf gerçekten senin mi?”
“Evet... Çok ürkütücü herhalde.”
“Yok canım, rica ederim. Sabah sabah sinirim bozuldu, kahvaltıda dişim kırıldı. Bugün çekimim vardı, iptal ettirdim.”
Yine yalan yazdı: “Aa, şaka yapıyorsunuz. Ya da bizim ofiste sizin kameranız var. Poğaçanın içinden ön dişimin parçası çıktı! Bu kadarı olmaz!”
“Şaka yapıyorsun.”
“Çok ciddiyim.”
Sunucu kendi derdine döndü:
“Benim için diş çok önemli... Kırık ya da eksik dişe tahammül edemem. Kötü oldu... Dişçiye gideceğim.”
***
İki gün geçtiği halde sunucu bir daha ortada görünmemişti. Delikanlı sanki yaşama sevincini kaybetmişti. Anlık bir rüya mıydı diye düşünüyordu. Ama ikinci günün ikindi zamanı onu büyük bir sürpriz bekliyordu. Ekranda bir kutucuk:
D........:
Selam
Muhasebeci:
Merhaba... Hele şükür... İki gündür sizi düşünüyorum!
D........:
Ne diye?
Muhasebeci bu ani ve mantıklı soru karşısında bocaladı:
Yani şey... Dişiniz ne oldu diye?
D.........:
Sorma... İki gündür koşturuyordum, yaptırdım. Bir sürü zaman, acı, para.. Neyse...
Muhasebeci:
Geçmiş olsun. Ekranda görebilecek miyiz peki?
D.......:
Ekran... Ekran bugün son... Üç aylığına Amerika’ya dil kursuna gidiyorum...
Muhasebeci:
Yapmayın... Ne zaman?
D........:
Yarın sabah
Muhasebeci:
Bir daha göremeyeceğiz yani...
D........:
Görmek mi istiyorsun?
Muhasebeci:
Kesinlikle evet!
D........:
Televizyonun yerini biliyorsun değil mi?
Muhasebeci:
Evet?! Ciddi mi söylüyorsun? Şimdi mi? D.......:
Niye olmasın... sen bilirsin...
Muhasebeci:
Yani elbette.. Tabii ki... Hemen!
***
Delikanlı şirketten heyecanla çıkarken birden aklına geldi. Olduğu yerde kaldı!
Önce dişçiye gidip sağlam ön dişini çektirmeye karar verdi, sonra hiçbir dişçinin sağlam diş çekmeyeceğini düşündü, sonra şirketin tam karşısındaki caminin tuvaletine gidip uzun uğraş ve acı ile ön dişini “söktü.” Sonra da taksi ile televizyona gitti. Sunucu, karşısında çekiçle darbe indirilmiş piyano gibi duran “enkaza” bir bardak çay içirdi, “Hemen makyaja girmeliyim” diyerek oradan uzaklaştı.
Gidiş o gidiş...

anneden gelinlik kızına mektup

Yavrum! Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak
bazı
tavsiyelerde bulunacağım. Bu tavsiyelerimi iyice öğrenip gerektiği
şekilde
hareket edersen, hayatın boyunca rahat edersin. Kocanla aranız hiçbir
zaman
bozulmaz. Bu dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi ahirette de ebedi
saadete ulaşırsın.



1- Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek
her
şeyi memnuniyetle, severek kabul et. Çünkü, kanaat, kalbi huzura
kavuşturur.


2- Söylenenleri daima iyi dinle ve her zaman kocanın meşru sözlerine,
isteklerine itaat üzere bulun. Kocana itiraz etme, karşı gelme. Onunla
kaynaşmaya gayret göster. Bu şekilde hareketlerin aynı zamanda,
Cenab-ı
Hakkın rızasına da uygun olur.

3- Kocanın göreceği her yere, itina ve ihtimam göster. Gözüne çirkin
bir
şeyin ilişmesinden sakın. Dış görünüş içe, kalbe de tesir eder. Evin
her
zaman temiz, bakımlı ve güzel kokulu olsun.

4- Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin. Yemeğini
adeti
nasılsa ona göre hazırlamalısın. Vaktinde uyuması için işlerini
zamanında
bitir. Çünkü açlık insanı huysuz eder. Uykusuzluk ise, öfkelenmeye
sebep
olur.

5- Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru. Mal ve eşyayı koruman senin
iyi

bildiğini gösterir. Yaptığın işleri, iyilikleri başına kakma! Başa
kakarsan,
iyilik fayda yerine zarar getirir.

6- Eşinin yakınlarına iyi davranışta bulun. Güzel davranışta bulun ki,
o da
senin yakınlarına iyi davransın. Gülü seven dikenine de katlanmalıdır.
Zaten
dünyada ni'metler ve sıkıntılar beraber bulunur. Kocanın evde,
çocuklarına,
yakınlarına karşı otoritesini sarsacak, onu küçük düşürecek söz ve
hareketlerde sakın bulunma!

7- Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme. Eğer sırlarını etrafa
yayacak
olursan, sana darılır. Vefasızlık etmeyeceğinden bile emin olmaz.
Sevgide
azalma olur.

8- Eşine hürmette, isteklerini yerine getirmede kusur etmemelisin.
Sözlerinin aksini söyleyerek, ona karşı gelmemelisin. Eğer karşı
gelir,
isyan edersen, kızıp öfkelenmesine, hatta düşmanca hareket etmesine
sebep
olursun. Eşinin, üzüntülü ve kederli zamanlarında sen de öyle görün!
Onun
üzüntüsünü onunla paylaş. O neşeli ise sen de neşeli görünmeye çalış.

9- Kocana ne kadar hürmet ve tazimde bulunursan, kendini ona o kadar
çok
sevdirirsin. Rızasına ne derece uygun hareket edersen, o nispette
sevgisini
kazanırsın.

10- Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!
Bu
hem senin, hem de onun helâkına sebep olur. Nitekim sevgili
Peygamberimiz
>buyuruyor ki: "Bir zaman gelir ki, adamın helâkı, hanımının, ana-
babasının
ve çocuğunun elinden olur. Onu fakirlikle ayıplarlar, gücünün
yetmediği
tekliflerde, isteklerde bulunurlar. Böylece o kimse, bu istekleri
temin
için
dininin gideceği yollara sapar ve helak olur."

11- Kadının güzel huylusu, saliha olanı, eşine Cennet nimetidir.
Kötüsü,
şerlisi de Cehennem azabından sayılır. Sen kocana Cennet ni'meti ol!
Azab
çektirme! Bunları yapabilmen ancak, onun isteklerini kendi
isteklerine,
onun
rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir.

Hep kendi istek ve arzularını ön plana çıkartırsan, bu nasihatleri
tutabilmen mümkün olmaz." Devletlerde, milletlerde, iş yerlerinde,
ailelerde
huzurun sağlanabilmesi için, son sözü bir kişinin söylemesi lazımdır.

Her kafadan bir ses çıkarsı huzur olmaz. Allahü teala, alide son sözü
söylemeği erkeğe vermiştir. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, erkekleri
kadınlar üzerine hakim kıldığını bildirmiştir. Nisa Suresinin
34.ayetinde,
"Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler."buyurulmuştur. Bunun için
kadın,
düşüncesini söylemeli fakat son sözü kocasına bırakmalıdır.

Erkek yanlış bile yapsa, dine uygun yapıldığı için, Allahü tela o işin
>neticesini hayra çevirir. Evde senin dediğin, benim dediğim olacak
kavgası
olursa o evde huzur olmaz. Nasıl ki, bir erkek işyerinde, potronunu
memnun
etmek için çalışıyorsa; bu iş yerinde kalabilmesi için, potronun
memnun
olmasının şart olduğunu, iş huzurunun buna bağlı olduğunu biliyorsa;
kadın
da, kendi rahatı huzuru için bütün gücü ile kocasını memnun etmek için
çalışması lazımdır.
Kocasının, memnun olması rahat olması, kadının da rahat, huzurlu
olması
demektir.
Bu, kadın tarafından kabullenip tatbik edilmedikçe ailede huzur olmaz.


Bunları yapacak bir kız varmı merak ediyorum grup arkadaşların
yorumlarını
bekliyorum.
Siz eşiniz için bunları yaparmısınız

Aşkmı Daha Büyük Dostlukmu

Askerde tanışan iki arkadaş askerlik bittikden sonrada
görüşmeye dewam etmişler biri İstanbullu biride
Mardinliymiş.ZAmanla arkadaşlıkları büyük bidostluğa
dönüşmüş vebigün İstanbulda kalan adam Mardinli arayıp
Mardine tatile geleceğini sölemiş,
Mardinli olanda buna cok sewindiğini söyleyip
onu ewine misafir olarak kabul etmiş...
Mardinli istanbullu arkadaşına Mardini gezdirirmiş
bigün MardinliniN işleri yoğun olduğundan dolayı İstanbullu
cıkıp tek başına dolaşmış.Akşam ewe gelir gelmez
Mardinli arkadaşına bikıza aşık olduğunu sölemiş
kızda isterse burda ewlenmek we kızı alıp
İstanbula gitmek istediğini söylemiş...
Mardinli arkadaşı yardımcı olmuş istanbulu
Mardinde ewlenmiş we İstanbula gitmişler
aradan bikac sene gecmış Mardinli olanın
işleri kötüye gidiyormuş we direk aklına
İstanbullu zengin DOSTU gelmiş
wurmuş İstanbula gitmiş....!
İstanbullu arkadaşının iş yerinde kapıda
bekleyen görewliye arkadaşının onu
tanıdığını içeri girmek istediğini söylemiş
görewli olan bayan aramış ama o öğle
birini tanımadığını söylemiş çok zor
durumda olduğunu belirtmiş ama
İstanbullu ısrarla öle birini tanımıyorum
demiş...Mardinli perişan bihalde iş yerinin
yakınıdaki parka gidip oturmuş...
Kara kara düşünmeye başlamış okadar
birbirimizi sewiyorduk dosttuk hepsi
yalanmıydı...yanına yaşlı biadam yaklasmış
ve derdini sormuş Mardinli hepsini birbir
anlatmış.Yaşlı adam üzülmemesini zaten yaşlı
olduğundan şirketlerini malını mülkünü
birine bırakmak istediğini söyler we Mardinliye
werir.Aradan bikac yıl gectıkden sonra
Mardinli we İstanbullu bi ihalede karsı karşıya gelMİŞLER
ihaleyi Mardinli alMIŞ tam salondan çıkarken
Mardinli İstanbulluya yıllar önce kapısına gelip
kovulduğunu söylMİŞ...İstanbulluda ona
o parka oyaşlı adamı yolladığını söylEMİŞ
sırf gururun incinmesin diye kendi ellerimle
para wermedim deMİŞ...İstanbulluda Mardinlinin
gözlerinin içine bakarak deMİŞKİ
"hani Mardine gelip gördüğün bikız wardı aşık oldun
sana orda düğün yaptık işde okız varya oda benim sewğimdi "
deMİŞ...!

aldatma aldatılma hikayeleri

Dünyanın bütün tarihleri ve kültürleri buyuruyor, gösteriyor: Aldatma! On Emir'den Kinsley Raporu'na kadar herkesin burnunu soktuğu bir eylem alanı burası.
Aldatma'yı aşkın sınırları içinde karşı cinsle bir ilişkiden öteki ilişkiye geçişte yaşanan bir eylem sapması olarak özetleyebilir miyiz? Onu bir biçime sokmak, tek bir ifade, roman ya da aidiyetle açıklamak mümkün mü?

Bütün aşıklar ve aşkın bütün durumları, aldatma için tek bir hedef gösterirler: Başka biri. Bu hareket yerine göre bencillik ve çoğu zaman da suçu başkasına atmanın esaslı bir yolu, yöntemi değil midir? Aldatmaya kimi zaman cinsel politikalar ve kimi zaman da histeriler neden olabilir. Hayatın devam ettiğine dair bütün söylem ve söylentiler. Aldatmanın en önemli bahanesi bunlar değil midir? Bu araştırma; aşk acılarını biraz olsun hafifletebilmek, aşkı daha iyi anlayabilmek için yapıldı...

İşte e-kolay Kadın kullanıcılarından gelen aldatma-aldatılma hikayeleri:

Aldatma konusu bana göre göreceli. Yaşadığımız ülkede herkesin birbirini acımasızca aldattığını, hayatlarını bir yalan üzerine kurduğunu, isteyerek ve bilerek de bu duruma katlandıklarını düşünüyorum. Aldatıldığınız ya da aldatmayı seçtiğiniz zaman en çok aldanan kendimiz olmaz mıyız? Ben bunu yıllardır sorgularım. O kadar ucuz kadın, o kadar kalitesiz erkek var ki ve hayat onlara göre o kadar kısa ki; bir an önce mutlulukları yaratmak, yatağa atmak, sonra boşalmak, ondan sonra da üzerine bir sigara yakmak mıdır aldatmak? Yoksa sadece ticari bir ilişkiden ibaret olan evliliklerde ya da birlikteliklerde başka bir tene dokunmadan, o insanın tüm kaynaklarını kendiniz için kullanmak mıdır? Sadakat nedir? Aldatmanın karşılığı mıdır gerçekten? Ben eşimi aldattım. Çünkü bir erkeğe artık seninle olan birlikteliğimin hiçbir heyecanı kalmadı diyemedim çok istememe rağmen. Eve gelip her günü bir önceki günün kopyası gibi bana yaşatan biriyle nasıl bir ömrü paylaşabilirdim ki. Beni aldattığını bildiğim halde nasıl ona masum eşi oynayabilirdim. Ona bunları çok söylemek isterdim ama o beni aptal sanmaya devam etsin istedim. Erkekler için kadınlar üçe ayrılıyor: çıtırlar, kıtırlar bir de katırlar.

Pınar'dan...

Eşlerini katır statüsüne koyan zavallı evli erkekler! Unutmayın evdeki eşiniz de sizi birçok erkekle aldatıyor olabilir. Kadınların zekaları, duyguları sizinkine nazaran çok daha hızlı ve pratiktir. Evet ben aldattım çünkü katırgillerden değilim ve aldattığımın ertesi günü mahkemeye gidip dava açtım. Sadece aldatılmayı sürekli yaşayan ve susan ben, özgüvenimi tazelemek, kendime olan saygıyı kaybetmemek ve bu evliliği noktalamak için aldattım kocamı. O gün için bana göre en doğru şeyi yaptım. Ona verdiğim bir söz vardı, hayatımın sonuna kadar hastalıkta, sağlıkta, yoklukta ve varlıkta ölüm bizi ayırıncaya kadar senden ayrılmam demiştim, ama ayrıldım. İşte böyle aldattım kocamı. Ondan gizli para biriktirip, kendi üzerime ev alıp, kendime güvence hazırlayıp, aldatılmaktan kurtulmak için bu yolla aldattım. Bana tam 5 yıla mal oldu. Şimdi bir şirkette yönetici olarak çalışıyorum, 35 yaşındayım. Kendime saygım ve özgüvenim var. Ayaklarımın üzerinde durup, evli erkeklere çelme takıyorum, külahlarını alıp ters giydiriyorum. Şanslarını fazla zorlamıyorlar Allahtan. Bir şey daha, ben kuş değilim diyorum. Her kuşun eti yenmezden daha iyi en azından. İlk cümlede bunu anlayanlar daha zeki diye anlayabiliyorsunuz şimdiye kadar çıkmadı! Gördüğünüz gibi aldatılmak ve aldatmak bazen çok işe yarayabiliyor, yeter ki negatifleri pozitife çevirebilelim ve yeter ki hem cinslerimizi aldatılan pozisyonuna koymayalım, yani kendimize olan saygıyı elden bırakmayalım. Bu arada kocam tüm paralarını sevgili çıtırlarla yediği ve bir kısmını da bana kaptırdığı için parasız pulsuz kaldı, eee biraz da yaşlandı. Cebi boş olduğu için ona bakan da kalmadı. Annesinin yanında oturuyor. İşsiz ve cazibesiz. Sevgiler...

Merve'den...

Deli gibi severken ve sevildiğini hissederken aldatılmak. Hala bunun bir rüya olduğunu ve bir gün yine onun tatlı sesiyle uyanacağımı düşünüyorum. Onu hala sevmek istiyorum ve bunun için hatayı kendime yüklüyorum. Zavallı kadınlar. Aldatan da, aldatılan da sizsiniz aslında.

Seda'dan...

Partnerimle bir akşam evlerinde oturuyor ve sohbet ediyorduk. Daha sonra beklenen sonun olması için yatak odasına geçtik. Yatakta sadece ve sadece kendini düşünen biri olduğundan hiç zevk almamıştım, ama bir o kadar da istekliyim. Ve ertesi günü benden de yaşça küçük olan ablamın kaynını çağırdım yanıma ve harika bir gün geçirdim. Ben partnerimi bu kişiyle hep aldatıyorum, çünkü yatakta inanılmaz.

Derya'dan...

Ekim ayında tam 1 sene olacak eşimi aldatmaya başlayalı. Bu zaman süresince ayda en az bir iki kez onu aldattım. Ama bu konuda istikrarlıyım çünkü hep aynı kişi. Tek problem o kişinin arkadaşımız olması. Ama cinsel anlamda o kadar mükemmel anlaşıyoruz ki, gözümüz başka bir şey görmüyor. Onun eşi de benim eşim de acayip kıskanç, şunu çok iyi öğrendim ki isteyince her şey oluyor, eşinizle günde en az 15 kere telefonla konuşsanız bile isteyince ayarlayabiliyorsunuz.

Nisa'dan...

Aldatmak her iki taraf için de zor bir durum ama, insan her zaman altın tepside daha iyi bir şeyle karşılaşınca da, bu durum kaçınılmaz oluyor. Ben dokuz yıldır çok sevdiğim ve evlenmeyi düşündüğüm birini şu an tabiri caizse aldatıyorum. Fakat nedeni araştırılmalı. Aldatmak neden çözüm gibi görülsün, bunu her iki taraf da konuşarak çözebilir bence. Ben daha denemedim ama ama şunu biliyorum hak etti, kesinlikle hak etti. Bir insanın üstüne bu kadar gelmemeliydi, sevdiğim de olsa yaptım ve pişman değilim.

Sema'dan....

Bir zamanlar çok sevdiğim kocamla 10 yıl evvel ayrıldık. Birbirimizi çok sevmemize rağmen. Onunla 17 yaşındayken evlenmiştim. Henüz çocuk yaşta yani. 3 yıl mükemmel bir evlilikti. Daha sonra bebek istedik ama olmadı. Doktorlar eşimden kaynaklandığını söylediler. Dünyada en çok istediğim şeye, bir bebeğe belki de hiç sahip olamayacaktım. Bu duygu beni arayışlara sürükledi. Yeniden beğenilmek, aşık olmak duygularımı tetikledi. Ve kendimden iki yaş küçük biriyle aldattım kocamı. Daha sonra buna ben bile inanamadım çok suçlu hissettim kendimi. Evimize gelip giden bir iş arkadaşımdı. Tabii çok kısa sürdü ilişkimiz. Daha sonra bir doktorla beraber oldum. Ama bu arada boşanma davasını açmıştım bile. Daha sonra o doktorla nişanlandım, ancak belki de kendime olan saygımı yitirdiğim için o ilişki de sonlandı. Hayallerim yıkılmıştı ve kocam benimle ilgili değildi, ancak beni çok seviyordu ve güveniyordu. Ama ben bu durumu sadece bebeği olmuyor düşüncesiyle kullandım belki de. Bugüne kadar bu yaptıklarımı kendime bile söyleyemedim, bu gerçekten kaçtım. Böyle bir köşede bunu sizinle paylaştığım için çok iyi hissediyorum kendimi teşekkürler. İnsanlar aldatmayı bir boşluk hissi içinde yaşıyorlar yoksa bu bir ahlaksızlık değil ve biliyorum ki birçok kişi bu durumda acı çekiyor. Kendinizle paylaşamadığınız bu durumu kiminle paylaşabilirsiniz ki; sizinle birlikkte sır olup toprağa girene kadar bu günahla yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü Türkiye'de kadın olmak gerçekten zor. Eğer bastırılmışlık ve öğretiler olmasa kadınlar aldatma konusunda erkekleri sollayabilirler. Buna eminim çünkü kadınların beğenilmek gibi bir zaafları var. Ve erkekler de bu durumu kullanabilecek kadar cesurlar. Yani korkaklar. Bana göre hayatta en kötü olan bir insanın kendini aldatması.

Leyla'dan...

İlk yıldönümümüzde bana tek taş bir yüzük almıştı. Bana bu yüzüğü verirken hiçbir manevi değeri olmadığını, söz veya nişan simgesi olarak görmememi söyledi. Yine de ben o yüzüğü her zaman ters çevirerek alyans gibi kullandım. Bir cuma gecesi bana saat 22:30'da "İyi geceler canım" diye mesaj gönderdi. Cumartesileri çalışmıyor, cuma gecesi bu kadar erken yatması bana tuhaf geldi. Genelde geç saatlere kadar oturur. Mesajı okuyunca boğazımdan mideme doğru sıcak bir sıvının aktığını hissettim. İçim yanıyordu. İlerleyen saatlerde ne zaman baktıysam yüzük ben çevirmediğim halde hep düz duruyordu. Neyse deyip yattım. Cumartesi günü saat 13:00'de onu aradım, annesi hala uyuduğunu söyledi. O zaman gerçekten de ters birşeyler olduğunu anladım ve "Akşam o kadar geç kalmamasını söylemiştim, çok mu geç geldi" dedim. Annesi de dışarı çıktığını bildiğimi zannederek "Ben komşudaydım, saat 23:00'de döndüm. Geldiğimde yoktu, sonra da yattım, kaçta geldiğini bilmiyorum" dedi. Anında titremeye başladım. Dünya başıma yıkıldı. Tek düşündüğüm şey "yine mi" oldu. Evet bunu daha önce de yaşadım. O gün onunla görüştüm ve bana her şeyi itiraf etti. ICQ'da tanışmış... "Bir daha asla" dedi, yine affettim. Çünkü ben bir aptalım.

Nevin'den...

İnsan bir kere sevdi mi artık hiçbir şeyi gözü görmez hale geliyor. Karşısındakine o kadar çok güveniyor ki, sanki o adam dünyanın en kötü erkeği olsa bile onu asla üzmeyecek, onu öyle koruyacak ki dış dünyadan hiçbir kötü düşünce dahi ona zarar veremeyecekmiş gibi geliyor. Doğruların bile değişiyor, onun doğruları artık seni hayatta yönlendiriyor. "Z" dese bile "A"ya, sen onu "A" olarak kabul ediyorsun. Seni birileriyle tanıştırdığında onu tarif ettiği yere koyuyorsun. Evlenmemize sayılı günler kalmışken, evleneceğim adam beni deliler gibi seviyorken hep bahsettiği fakat bir türlü tanışmaya fırsat bulamadığım en sevdiği kankası meğer 3 yıllık sevgilisiymiş. Bunu hala inkar etse de, aramızdaki ilişki ayrıldıktan sonra başladı gibi saçma laflarda bulunsa da en başında kaybetmişti beni. Niye böyle bir oyun oynama gereği duydu anlamıyorum bir türlü. Ben onun hayatına girdiğimde diğeri zaten vardı onun hayatında. Beni çılgınlar gibi sevdiğini söylerken, gözlerinin içi parlardı. Yalan söylemediğini, beni gerçekten sevdiğini biliyorum. Yoksa evlenmek istemezdi. Sürekli beni mutlu etmek için çabalamazdı. İlişkimizde sorun olduğu bir dönemde biraz ayrı kalma taraftarıydık. Aynı evde yaşıyorduk. Bir süre bulunduğum şehri terketme ihtiyacı duydum. Döndüğümde ise ne göreyim: Yatağımda bir kızın uzun siyah saçları. Benim olması imkansız bir renk ve uzunluk. İki saat sonra ne görsem beğenirsiniz? Kapıyı kendi anahtarıyla açan bir kız. Ve ta-ta-taaaam sevgili eşim olacak zırvanın en yakın kankası. Yataktaki saçların sahibi. İşin en komiği de ne biliyormusunuz? İlişkiye ara vermemizin sebebi benim en sevdiğim kız arkadaşımı, erkek arkadaşımın sevmemesi ve eve gelmesini yasaklaması ve arkadaşımın da yanlış anlaşılmaları düzeltmek ve özür dilemek için bize gelmesi. O bizdeyken tesadüf erkek arkadaşım eve geldi ve olan oldu. Biraz ayrı kalalım dedik olmadı. İçeriye giren kız kendini tanıtmayı ihmal etmedi, gayet gevşek bir biçimde ve 3 yıldır birlikte olduklarını onu bana bırakmayacağını söyledi. O an benim dünyam tamamen değişti. Eşyalarımı topladım, tek bir iğne bırakmadan çektim gittim. Bir buçuk yıl oluyor hala peşimde. Eskiyi özlüyormuş. Bir şeyleri yoluna koyup beni istesem de istemesem de kaçıracakmış. Onunla hala berabermiş ama sevmiyormuş. Ya ben bu adamı çok mu aramışım acaba? Ama işte aşk böyle yapıyor adamı... Onu gördüğümde içim kalkıyor artık. Ama o aralarda biriyle tanıştım, bu zamana kadar hala beni havalarda uçuruyor ve her an yanımda. Tabii o günleri de unutmuş değilim. Haftalarca yataktan çıkmadan, alkol komasına girip, gözlerimin yerlerinden çıkacakmış gibi olduğu zamanları hiç unutmayacağım.

Deniz'den...

Sevgilimle tanışmamız tam bir Türk filmiydi. Üniversite öğrencisiydik, birbirimizi 3. sınıfta fark ettik. Ders arası notlar yazıyorduk, sonra her köşeyi döndüğümüzde çarpışıyorduk, gülümsüyorduk. Arkadaşlığımız ilerledi sonra. Ders çalışmaya onlara gitmiştik, kütüphanede kimse yoktu. Önce uzun uzun konuştuk sonra ilerledi. Derken güzel bir ilişki başladı. Her yere beraber gidiyorduk. 24 saatimiz beraber geçiyordu. Araya yaz tatili girdi, telefonlaşmalarımızı saymazsak hiç görüşmemiştik. Tatilden döndüm, aradım, neredesin dedim. Evdeyim, karımla oturuyorum dedim. Ne karısı dalga mı geçiyorsun dedim. Yoo dedi, seni seviyorum hala ama, karımı daha çok seviyorum. Meğer evliymiş.

Elif'ten...

Merhaba ben 2 ay önce boşanmış bir bayanım ve 2 çocuğum var. Biri ağır zihinsel engelli. Eşim beni defalarca aldattı. İlk defa ikinci çocuğum 7 aylık bebekken öğrendim. Kadınla bizim yatağımızda sevişmişler ve bunu kameraya çekmiş. Kaseti tesadüfen buldum ve izledim. Tabii çok büyük kavgalar ettik. Sonraki 13 yıl boyunca eski sevgilisinin her doğum gününde onu aradığını öğrendim. O kadın 4 yıl önce boşanmış, son 3 yıldır görüşüyorlar. Bir de "eğitmenim, doğuluyum, dürüstüm" diye hava atıyor. Yemediği halt yok. Bir de annesi yaşında Şükran diye bir kadını idare ediyor. Emin olduğum bir şey var boynuzlarımın ren geyiğini geçtiği. Bu arada beni de, ailemi de dolandırdı. Bu arada ben mi ne yapıyordum, çocuğuma hayatta kalmayı öğretiyordum. Çocuğumun eğitimiyle ilgili bana hiç yardım etmedi, sadece kendini mutlu etmeye çalıştı, üzülüyorum, her gün ağlıyorum. 13 yılımın bir saniyesini bile helal etmiyorum. Boşandıktan sonra kayınvalidemi aradım, okul açılana kızıma bakar mısınız diye sordum. Terapiler için oğlumla doktora gidecektim. Bu sırada kayınpederimin, madem boşanırken bakarım diye aldı, baksın, bakamayacaksa yetimhaneye versin diye bağırdığını duydum. 13 yıl boyunca insanların bu kadar adi olabileceklerini tahmin etmemiştim, ki boşanırken nafaka bile istemedim. Ben de telefonda, "Söyle ona, her namazın ardından can çekişe çekişe ölsün diye dua edeceğim" dedim. İki çocuğumun üzerine yemin ederim, evliliğim boyunca hiçbir erkeğe başımı kaldırıp bakmadım. Bunları hak etmedim ben.


Aslında aldanan kim?

Chat´ten Bir Aşk Hikayesi

Bir gün bir kız chat´ten bir oğlan ile tanışır. Bu kız oğlan ile haftalarca chatleşir, sabaha kadar! Konular açıldıkça açılır.
Kız bu oğlandan öyle hoşlanırkı, o oğlana aşık olur.
Her gün okuldan geldikten sonra bilgisayarın başına geçer ve oğlanın gelmesini bekler. Bazı günler olur, sabaha kadar chatleşirler, sabah olunca sevimli cümleler yazdıktan sonra okula gider.
Bütün gün onu düşünür, eve gitmeyi sabırsızlıkla bekler. Ama Aşkını bir türlü itiraf edemez, çok utanır.
Bir gün var gücünü toplayarak bilgisayarın başına geçer ve e-mail ile bir aşk mektubu yazmaya karar verir.

"Ercan, senden kaç zamandır hoşlanıyorum, ama bunu sana bir türlü yazamıyorum. Senin buna karşı bir tepki vermenden çok korkuyorum ki bilemezsin. Ama burada bir gerçek var. Seninle yazışırken, bambaşka bir dünyada oluyorum. Her satırını sabırsızlıkla bekliyorum.
Ercan Seni seviyorum."


Ardından 5 dakika geçmez e-maile cevap gelir. Ve kız e-maili titreyerek açar. Açması ile kapatması bir olur.
Kız adeta şoka girer ve kendine 10 dakika gelemez.
Kendine geldikten sonra bir kere daha açıp maili bir kere daha okur.
Aynen şu cevap gelmiştir:

"Aylin, ben seni sevmiyorum, benden uzak dur. Artık bir daha bana yazma ve unut beni"

Kızın gözlerinden yaşlar akmaya başlar, gözü yaştan bir şey göremez olur. Banyoya gider, dolaptan uyku hapı alır ve odasına döner.
Bir ufak not bırakarak tüm hapları yutup bilgisayarın başında ölür!
Notta şunlar yazar:
"Ben sevdim ama sevilmedim. Bu hayata ELVEDA deyip ayrılıyorum. Ercan seni çok Seviyorum. ELVEDA!"

Akşam kızı ölü halinde bulurlar, annesinin birden gözü bilgisayara takılır.

Bir e-mail!!!!

Ercandan!!!!

Ercan şu maili göndermiş:

"Aylin senden çok özür diliyorum, benim ufak kardeşim sana bu saçma maili göndermiş. Ben sana bu sözleri asla yazamam. Çünkü ben seni SEVİYORUM!! Ercan!"

Ölme Ne Olursun

Karla kaplı kaldırımda kayıp düşmemek için ağır ağır yürürken birkaç gündür diline doladığı Manga&Göksel Dursun Zaman isimli şarkıyı mırıldanıyordu.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa dönüp “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa, tekrar başa.. Metro’dan evine kadar olan o mesafede hep aynı bölümü tekrarladı.. Gözyaşları öyle güçlü bir şekilde dış dünyaya açılma gayreti içerisinde olsalar da odasına kadar sabredebildi.. Odasının ışığını yakmadan koltuğuna oturdu ve sessiz hıçkırıklarla ağladı.. En son 1999 yaz mevsiminde bu kadar yoğun ve güçlüydü yanağından süzülen yaşlar..Bir süre sonra odasının soğukluğuyla kendisine geldi, sigarasını yaktı, bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı;



“Yıllarca hep O’nu bekledim, mutlaka gelecekti çünkü O’da beni bekliyordu.. Biliyorduk bir gün bir şekilde karşılaşacaktık ve ilk karşılaştığımızda bulduk diyecektik.. Bu derece emindim ve yıllarca “ acaba O mu? “ diyerek başka ellerde, başka gözlerde, başka dudaklarda onu aradım.. Üniversite yıllarımdı ve bir sonbahar gününde O geldi.. Muhteşem güzelliğiyle, zekasıyla ve adına da çok yakışan göz alıcı ışıltısıyla “Güneş” bir gün geldi.. Öyle derin, öyle sevecen, öyle harikulade bir şekilde geldi ki ve öyle ışık saçıyordu ki gözleri, geçmişimdeki tüm karanlıkları dahi aydınlattı.. Artık sabah doğan akşam batan güneşe ihtiyacım yok diye düşünmeye başlamıştım.. Güneş’im her şeye yetecekti, beni ısıtacak aydınlatacaktı.. Birbirimizi tanımak tanıtmak için hiç uğraşmadık çünkü dediğim gibi biz birbirimizi bekliyorduk, tanıyorduk.. Ve her şey o kadar güzeldi ki birlikteyken, biraz ayrı kalsak o muhteşem dakikaları çok özlüyorduk.. Artık yetmiyordu birkaç saatlik görüşmeler, bunu anlamıştık.. Birlikte uyuyup birlikte uyanmak nedir bunu da yaşamıştık ama bir-iki günle yetinmemiz artık olanaksızdı.. Birlikte yaşlanmalıydık, buna inanmıştık.. Güneş ve ben.. “Birde oğlumuz olsun adını Kurtuluş koyalım” teklifimi öyle tebessümle karşılamış ve o kadar tatlı boynuma sarılmıştı ki o an şu birkaç yıl hemen bitsinde mezun olup sonsuzluğa imza atalım istedim..”

* * *


“1999 baharı her şeyi ile muhteşem bir şekilde Güneş ile birlikte geçti gitti ve sıcaklığı ile bunaltan yaz mevsimi geldi.. O zamanları daha çok Beşiktaş ve Ortaköy’deki sahildeki çay bahçelerinde değerlendirdik. Ve asla vazgeçemediğimiz hafta sonu ada turlarımız, fayton..
İyi hatırlıyorum çok sıcak bir Pazartesi akşamıydı, Beşiktaş sahilde küçücük taburelerin olduğu salaş çay bahçesinde (Şu sıralar Barbaros Hayrettin Paşa iskelesi olarak adı geçen iskelenin yanı) çaylarımızı yudumlarken bir anda Güneş’e bir şeyler olmuştu. Rengi solmuş, durgunlaşmış, ışıltısı yok olmuştu..



-Neyin var Güneş? Bir anda durgunlaştın seni hiç böyle görmemiştim?



-İçime bir sıkıntı saplandı, ilk defa bu denli bir şey oluyor bu yüzden tarif edemiyorum nedenini çözemiyorum..



-Kalkalım mı? Yürüyelim ister misin?



-Hayır, sen burayı çok seviyorsun.. Kalalım ve sadece beni sevdiğini söyle..



-Sen normal değilsin Güneş, öyle ise bende normal olmayacağım..



Ayağa kalktım ve her zaman tamamı dolu olan çay bahçesindeki ve çevresindeki insanlara aldırmadan bağırabildiğim kadar bağırdım “SENİ SEVİYORUM..!” Şok olmuştu. Ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve sımsıkı sarıldık. Gülenler de oldu alkışlayanlar da.. Hiç aldırmadan sarıldık ve sonra yüzüne baktığımda parıl parıl parlıyordu Güneşim, kendine gelmişti.. Sonra çay bahçesinden ayrıldık, yolu uzundu, Beşiktaş’tan Avcılar’a gidecekti bu yüzden geç olmadan onu evine uğurladım.. Ben de evime gitmek için otobüste bir cam kenarına oturdum, camda onun o hali beliriyor içim ürperiyordu.. Ne olmuştu acaba? düşüncesi içinde evime ulaştım. Odamda masamın üzerine O’nun yerleştirdiği ve ikimizin yan yana olduğu resim vardı. Alıp uzun uzun O’na baktım.. O’nun o muhteşem tatlılığına daldım ve bir süre sonra telefonum çaldı;



-Ben evime geldim özlediğim.



-İyisin di mi?



-Nasıl iyi olmam ki çay bahçesinde yaptığından sonra. Eve gelene kadar düşündüm ve karar verdim. Sen delisin ve ben bir deliyi seviyorum..



-Deliyim evet aksini hiç iddia etmedim ki.



Sonra birkaç hoş söz ve gülüşmeler eşliğinde telefon görüşmemizi bitirdik. İçim rahatlamıştı ve neşeli şekilde salona geçtim. Neşeli halim televizyona konsantre olmuş ev arkadaşımın da gözünden kaçmamış olacak ki sordu;



-Hayırdır yüzünde güller açmış..



-Güller güneşi severler bilirsin.



-Ha o mesele, bu arada benim yarın doğum günüm bilesin.



-Nasıl yarın?



-Eee 17 Ağustos işte..



-Tamam yapacakların belli. Pasta, kola, mum falan al, akşam sen mumları üflerken resmini çekerim, sonra doğum günün kutlu olsun derim. Nasıl ama?



Salonda bu neşeli sohbet ile saat baya ilerlemişti. Odama gidip yatağıma uzandığımda saat 00:30 civarıydı.Karışık düşünceler içerisinde uykuya daldım. Derken gecenin sessizliğini yırtan telefonumun sesi ile ansızın uyandım, arayan O idi;



-Bilirsin sana kıyamam, bu saatte asla aramam uyandırmam seni ama sesini duymak istedim.



-Güneş, bak bana doğruyu söyle neyin var?



-Yemin ederim bilmiyorum, tek bildiğim uyuyamadığım.Ve bir de sesini duymak zorundaydım.



-Nasıl zorundaydım? Nedir bu? Ne olur söyle? Neyin var Güneş?



-Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum…



-Bak aklından tüm kötü düşünceleri at ve uykuya dal, yarın bu konuyu mutlaka konuşacağız..



-Tamam hayatım, seni seviyorum, iyi uykular.



-Bende seni seviyorum Güneşim.. iyi uykular.



Aklım iyice karışmıştı, yarın ne olduğunu mutlaka öğrenmeliydim. 15-20 dakika tavana bakarak düşüncelere daldım.. Derken ondan bir mesaj geldi.. “Beni hiç bırakmayacaksın di mi? Hiç bir şey bizi ayırmayacak di mi?” “O nasıl söz Güneş’im, sen bir sabah doğmasan zifiri karanlıkta ben yaşayabilir miyim sanıyorsun? Seninleyim ve bizi ancak ölüm ayırabilir, başka bir neden asla olamaz..”



Mesajı gönderdiğimde O’nun artık rahatça uyuyabileceğini düşünürken o da neydi??? Çok derinden çok garip bir gürültü. Nedir bu?? Yataktan kalkamıyorum.. Nedir bu Allahım!! Neler oluyor? Güneş.. Güneş..